SORU

Hocam merhabalar, İBLİS'İN İSLAM'A TUZAĞI: "TASAVVUF FELSEFESİ" İsimli makalenizi okudum. Çok beğendim , aklıma yatıyor fakat bazı kafama takılan şeyler mevcut ;
1- Fatih Sultan Mehmed'in hocası Akşemseddin de bir Sufi'dir. Acaba onların tasavvuf anlayışları farklı mıydı yoksa onlar da yanlış yolda mı idiler?
2- Yavuz Sultan Selim İbni Arabiye karşı saygı duymuş ve mezarını tespit ettirmiştir. İslama hizmet etmiş büyüklerimizin böylesi şirk eserleri vermiş birisine hürmeti ne içindir? Ebusuud efendi dahi İbnu Arabiye kötü söz söylenmemesi konusunda fetva vermiştir. Bir Müslüman olarak tasavvuf yaklaşımımız nasıl olmalıdır? Özellikle Akşemseddin Efendi çok sevdiğim bir alimdir fakat tasavvufta da çok fazla yanlış uygulamalar mevcut.

Kanalınızı ve sitenizi takip eden birisi olarak bu sorulara cevap alabilirsem minnettar olurum.
İyi günler dilerim

CEVAP

Çok doğru sorular sormuşsunuz ancak, bahsettiğiniz tarihsel şahsiyetlerle ilgili yorum yapmak aşağıda sayacağımız 2 ana sebepten ötürü sıkıntılı bir konudur:

1. Maalesef, tarih bize geçmişle ilgili kesin bilgiler verememektedir. Özellikle dini konularda topluma mal olmuş şahsiyetler hakkındaki bilgiler çok yanlı olma eğilimindedir. Farklı görüşlerdeki tarihçilere ait kayıtlarda aynı kişi hakkında çok farklı aktarımlar bulunur. Mesela Fatih Sultan Mehmet için "tasavvufa karşıydı" ve "tekkeleri kapattı" görüşü bulunduğu gibi; böyle olmadığını iddia eden tarihçiler de mevcut. Hatta, bize göre elbette gerçek dışı ancak Hristiyan olduğunu iddia eden tarihçiler dahi var. Üstelik yakından bilebileceğiniz gibi bu çelişkili bilgiler kayıtların çok daha fazla olduğu 100 yıl önceki yakın tarihimiz için bile mevcut.

2. İnsan yaşamı dinamiktir. Başlangıçta çok iyi, iman sahibi olan birisi sonradan yoldan sapabilir. Yahut tam tersi de olabilir. Barnabas ve Hadis kaynakları bize; yaşantısının 70 senesini ibadetle geçirdikten sonra önce zina eden sonra cinayet işleyen daha sonra ise dinden çıkan Rahip Barniba isimli bir alimi anlatmaktadır. Aynı şekilde Peygamberimizin en yakın sahabelerinden biri olan Sad b Ubade’nin halife olamayınca cemaati terk ettiğini biliyoruz. Bu sebeple geçmişte yaşamış şahsiyetlerden gelen bilgileri doğru bile kabul etsek, bu dinamizmden ötürü ne zaman Müslüman'dı ne zaman saptı yahut ne zamana kadar değildi de sonradan Müslüman oldu bilmemiz mümkün değil.

Bize düşen ve kendisinden hesap vereceğimiz konu; Sonsuz Yüce Allah’ın ayetlerinde buyurduğu gibi Kuran’daki İslam anlayışıdır. Bir Müslüman bunu bilmek ve önüne gelen her şeyi bu kıstasla ölçmek durumundadır. Sitemizdeki "İblis'in İslam'a Tuzağı:Tasavvuf Felsefesi" yazısında yapılan da; tam olarak günümüze ulaşmış olan eserlerin bu kıstasla dosdoğru şekilde ölçülmesidir. Bu matematik gibidir. Burada kişilere özel taviz, birilerini sevdiğin için onu hoş görme yahut kayırma olamaz, olursa orada İslam olmaz. Sonsuz Yüce Allah’ın: “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” (HUD(11)/112) buyruğu da bunu emrediyor. Kur’an’da onlarca yerde geçen "İbrahim gibi Hanif olarak teslim olmak" da tam olarak budur.

"Bazı tarihsel şahsiyetleri severek, onların İslam içinde olmasını istemek"; kişi temelli bir yaklaşımdır ve kişinin kendini İslam’a değil de, İslam’ı sevdiklerine uydurmasına yol açar. "Bir kişinin sevilmesi", Sonsuz Yüce Allah’ın muhkem ayetleriyle apaçık vurgulandığı gibi İslam sınırları içerisinde olmasına bağlıdır. Dolayısıyla bir kişiye olan sevgi; "o kişi İslam içerisinde ise" şartına sahip olmalıdır. Sadece Allah sevgisi, şartsız, koşulsuz, mutlak sevgidir.

Yine de, sorunuzu cevapsız bırakmamak adına, sorularınızdaki kişiler hakkında bilgimiz oranında kendi düşüncelerimiz ve izlenimimizi paylaşmamız gerekirse,

-İbni Arabi hakkındaki düşüncemiz; "başlangıçta doğru yolda ilerleyen ilim sahibi bir zat olduğunu, ancak sonrasında şeytanın kendisini ilahlaştırmasına dönük hilelerine yenik düşerek kibir bataklığına saplanıp, İslam’a tamamen aykırı bir şirk kanalı açtığı" yönündedir ve bahsettiğiniz "Tasavvuf Felsefesi" yazısında bu sapmayı ona ait kitaplardan verdiğimiz delillerle anlattık.

- Osmanlı’nın Ahilikle beraber Hakk'a yakın bir başlangıç yaptığını ancak zamanla özellikle bazı padişahlar döneminde tasavvufun yer edindiğini anlıyoruz. Bu durum 2. Bayezid gibi dönemlerde kötüleşmiş, Kanuni ve Ebussuud zamanlarında iyileşmiş gözüküyor. Ama kimin ne durumda olduğunu anlamak, günümüze kadar gelen kirlenmiş rivayetlerin içinden çıkmak pek mümkün gözükmüyor. Neredeyse sahabeye bile iftira atan tasavvuf ehlinin, Akşemseddin gibi şahsiyetleri de olduğundan çok daha tasavvufçu göstermeleri kaçınılmazdır. Osmanlı'nın kuruluşunda önemli etkileri olan Ahi Evran ile onu öldürmeye kalkan ve gelen bilgilere göre dönemin Fetullah Gülen’i olan Moğol işbirlikçisi Celaleddin Rumi’yi bile aynı davanın yoldaşı gibi anlatmaya kalkan zihniyet her şeyi çarpıtır.

Bahsettiğiniz "Yavuz" meselesine gelecek olursak, aslında bu bahsettiğimiz zorluklara güzel bir örnek. Çünkü cevap verebilmemiz birçok şarta bağlıdır. Yavuz gerçekten bazı kaynakların ifade ettiği gibi İbni Arabi ile ilgilenmiş mezarını onarmış mıdır? Yoksa bu kişiler İbni Arabi’ye olan yakınlıkları sebebiyle bunu uydurmuş mudur? bilmiyoruz. Yavuz bunu yaptıysa bile acaba elinde bizim elimizde olan İbn'i Arabi'ye ait eserler var mıydı? İbn'i Arabi’nin bu şirk dolu görüşlerinden haberdar mıydı? Yoksa Yavuz’un elinde eski, ilim üzere olduğu döneme ait yazıları mı vardı? Bunu da bilmiyoruz.

Ancak Müslüman olmamızın gereği odur ki, değil Yavuz kim olursa olsun eğer İbn'i Arabi’nin bu apaçık şirk dolu açıklamalarını bildiği halde onu İslam üzere görmüş ve ona bu denli hürmet göstermiş ise biz o kişinin İslam olmadığına şahit olmak mecburiyetindeyiz. Onun için yaratılış gayemiz olan İslam’ı, asla kişilere endeksleyemeyiz.

Yapılması gereken; geçmişle uğraşıp oradan birilerini kurtarmaya çalışmak değil, Kur’an’daki Gerçek İslam’ı anlamak olmalıdır. Bu sebeple sitemizdeki "Dinler" altında yer alan "İslam" başlığındaki diğer yazılarımızı da okumanızı tavsiye ediyoruz.
https://www.yaklasansaat.com/YsVsCode/https/main/dinler/islam.html

Yaklaşan Saat, 04/07/2024

SORU

Merhaba sitenizi ibadet kelimesinin kökenini ararken tanıma fırsatım oldu.Bu abd ibadet ile ilgili yazınızı çok doğru ve farklı buldum öncelikle çok teşekkür ediyorum. Sitedeki Arapça kelimelerin olduğu kitaba nasıl ulaşabilirim siz satışını yapıyor musunuz? Bir de Abd ibadet kelimesinin açıklaması gibi Hamd şükür gibi çok önemli kelimeleri de açıklaması olsa çok sevinirdim. Mesela ben Hamd kelimesini hala anlamadım. Gerçekten toplum olarak bir çok şeyi yanlış biliyoruz. Teşekkürler siteniz çok güzel..

CEVAP

"Kur'an'ı Anlamak için Arapça" kitabımız temel düzeyde Arapça bilgisi edinilmesini, Kur'an'ın Arapça aslından anlaşılmasını sağlamak için yazılmıştır. Kitabı, kitapyurdu sitesinden satın alabilirsiniz, linki aşağıdadır:
https://www.kitapyurdu.com/kitap/kurani-anlamak-icin-arapca/452362.html&filter_name=kuranı+anlamak+için+arapça

Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki "Yaklaşan Saat" sitesi, Kur'an'ın temel kavramlarının ne şekilde tahrif edildiğini, bu yolla Peygamber(sav)in vaaz ettiği hak dinin nasıl gerçek İslam olmaktan çıkarıldığını açıklamakta ve tüm insanlığı gerçek Kur'an İslamı'na çağırmaktadır. Bunun en iyi şekilde anlaşılması için sitedeki İslam bölümü altındaki çalışmaların dikkatle incelenmesi gerekmektedir.
https://yaklasansaat.com/YsVsCode/https/main/dinler/islam.html

Sorduğunuz "hamd" kavramını burada bütün tafsilatıyla açıklamamız mümkün değildir. Ancak özet olarak şunları söyleyebiliriz:

"Hamd (övgü), (sadece) Alemlerin (evrenlerin) Rabb'i olan Allah'a aittir." [FATİHA (1)/2]

Kur'an'ın anası olan Fatiha suresi, Alemlerin Rabb'ine hamd ile başlar. Arapça "HMD" kökünden gelen "hamd" kelimesi sözlükte; sena, övgü, şükür ve medh gibi anlamlara gelmektedir. Övgü, sena, tazim, şükür sadece O'na aittir. Esas olarak "hamd"; Allah'ın azameti, kudreti, merhameti gibi sonsuz sayıdaki ve sonsuz yücelikteki sıfatları ile övülmesi ve zikredilmesidir. Hamd; bir Müslümanın ağzındaki sürekli bir zikirdir. Rabb'imizin bu sonsuz sıfatlarını anlamaya, saymaya ve O'nu övmeye ne bir insanın ne de yaratılmış bir varlığın aklı da anlama kapasitesi de yetmez. Bunun için Paygamberimiz(sav): "Sen kendini nasıl medh-ü senâ etmişsen öylesin" demiştir:

اللَّهُمَّ إني أَعُوذ بِرِضَاك من سَخَطِك، وبِمُعَافَاتِكَ من عُقُوبَتِكَ، وأعُوذ بِك مِنْك، لا أُحْصِي ثَناءً عليك أنت كما أَثْنَيْتَ على نفسك

"Allah'ım! Sen'in gazabından rızâna, azâbından affına sığınırım. Ben, Sen'den, Sana sığınırım. Ben, Sen'i lâyık olduğun şekilde medh-ü senâ edemem. Sen kendini nasıl medh-ü senâ etmişsen öylesin." (Müslim, "Salât", 222; Ebû Dâvûd, "Salât", 148)

Tek övülecek olan Sonsuz Yüce olan Rabb'imizdir. Hiç kimsenin ne kendini ne de bir başkasını övmesi meşru değildir. İster kişinin kendisi isterse bir başkası olsun, Allah'tan başkasını övmek, O'na ortak koşmaya kapı açar. Müslüman olmak gerçek anlamda Allah'a köle olmayı gerektirir. Köle ise her durumda elinden geldiğince Efendisine tazim ve sena da bulunur. Bu ne kadar sürekli hale getirilirse, kişinin Allah'a olan kölelik bilinci ve Allah'la bağlantısı da o kadar sürekli olur.

"Hamd" kavramını, insanın Rabb'ini hatırlayıp O'nu sürekli zikretmesi ve övmesi gibi anlayabiliriz. Şükür ise kendisine lütfedilen iyilikler karşısında kişinin Allah'a karşı minnetkar olması, O'na teşekkür etmesidir. "Teşekkür" kelimesi insanlar arasında da bir iyiliğe mukabil olarak kullanılmaktadır. Rabb'imiz hak etmediğimiz halde bize iyilik ve lütuflarda bulunmaktadır. Köleliğin gereği ona olan minnet duygusunu gönülden hissetmek ve teşekkürü sürekli hale getirmektir.

Lokman Suresi'ndeki aşağıdaki ayet de hikmet ve teşekkür arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktadır:

وَلَقَدْ اٰتَيْنَا لُقْمٰنَ الْحِكْمَةَ اَنِ اشْكُرْ لِلّٰهِؕ وَمَنْ يَشْكُرْ فَاِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِهٖۚ وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ حَمٖيدٌ ﴿١٢﴾

"Muhakkak Lokman'a Allah'a şükretmesi için hikmeti verdik. Kim şükrederse, kendisi için şükretmiş olur, kim de örterse muhakkak Allah Ganiyydir, Hamiddir." [LOKMAN (31)/12]

Yaklasan Saat, 11/12/2023

SORU

Mu ve Atlantis imparatorluklarını anlatırken Hz. Adem’in şirke düştüğünü ifade etmişsiniz. Allah'ın bir peygamberinin şirke düşme gibi bir ihtimali yok. Bunu neye dayanarak yazdınız?

CEVAP

İNSANLIK TARİHİ, MU-ATLANTİS VE “YE'CUC-ME'CUC“ kitabımızın ilgili bölümünü ve özellikle ilgili ayetleri anlamış olsaydınız yahut konuya tefsirlerden göz atsaydınız, tefsirimizin doğru olduğunu anlardınız. Ancak asıl bugün anlaşılmayan mesele “şirk” meselesidir ki bu Kur’an’i temel kavram anlaşılmadan da İslam ve onu bozan namütenahi şirk çeşitlerinin anlaşılması maalesef mümkün gözükmüyor. İşte sorunuza cevap olacak mecburen kısa bir özet:

a)[ARAF(7)/189-192] açıkça Adem ve Havva’dan bahsediyor. Müfessirler de bu gerçeği kabul etmişlerdir. Bu şirk atfının Adem ve Havva’ya olduğu gayet net. Hatta bu konuyu teyid eden hadis nakilleri var, ancak biz o hadislere bu konuyu açıklarken yer vermedik. Lütfen ilgili ayetleri ve yorumumuzu tekrar okuyunuz:

Adem'in, yerleşik hale geldiği bu Mekke merkezli “Dünya Yurdu“nda ilk oğlu Kabil, ikincisi Habil'dir. Adem ve Havva Allah'tan salih bir erkek evlat isterler. Kabil'e hamile olan ve gittikçe ağırlaşan Havva ve Adem, bu sırada ikinci büyük hatalarını işlerler; çocuğun doğumuyla Allah'a ortak koşarlar. Bunun üzerine Yüce Allah da onları şiddetle kınar. İşte Kur'an'da ve Tora'daki delilleri... Kur'an, Kabil'in(Kayin'in) doğuşunu ve “şirk“ koşulmasını şöyle açıklıyor:

O(Allah) ki, sizi tek bir nefisten(Adem'den) yarattı. Onda sükun bulması için, kendisinden zevcesini(eşini) yarattı. O zaman ki, onu örttü, o hafif bir yükle yüklendi ve onunla(o yükle) dolaştı. Arkasından ağırlaştı. Ve o ikisi, Rableri olan Allah'ı çağırdı: “Şayet bize bir salih (çocuk) verirsen, elbette biz, teşekkür edenlerden olacağız.“

Ne zaman ki (Allah), o ikisine salih bir çocuk verdi, o ikisi, onlara verdiği çocuk konusunda O'na(Allah'a) ortaklar kıldılar. Allah, onların şirk(ortak) koştuklarından yücedir, münezzehtir.

Onlar hiçbir şey yaratamayan yaratılmışlar iken, (Allah'a) şirk(ortak) mı koşuyorlar?

Onlar(ortak koştukları), ne onlara, ne de kendilerine yardım etmeye güç yetiremezler.

[ARAF(7)/189-192]

Tora(Tevrat) ise nasıl ortak koşulduğunu bildiriyor ve Kur'an ayetlerini adeta tefsir ediyor:

Adem eşi Havva'yı bildi. (Havva) hamile kaldı ve Kayin'i doğurdu ve “Tanrı ile birlikte bir insan edindim.“ dedi.

Bir doğum daha yaptı; (Kayin'in) kardeşi Evel'i (doğurdu). Evel davar çobanı oldu; Kayin ise toprak işçisiydi. (Bereşit: 4/1-2)

4/1'de Havva, Kabil(Kayin) doğunca ne diyor: “Tanrı ile birlikte bir insan edindim.“ İşte şirk olan bir ifade... Adem'i ve Havva'yı doğrudan Sonsuz Yüce Allah yarattı. Sanki Allah'ın onlara lütfettiği “bu çocuk“; Adem, Havva ve onların yol göstericileri, yardımcıları olan meleklerin, Tanrı ile birlikte meydana getirdikleri bir “çocuk-insan“. Allah'ın dışındaki sebeplere bir pay ayırmak, Allah'a ortak koşmaktır, “şirk“tir. Nitekim yukarıda zikrettiğimiz ARAF(7)/190 ayetinde, Yüce Rabb'imiz bunu açıkça bildiriyor:

“Ne zaman ki (Allah), o ikisine salih bir çocuk verdi, o ikisi, onlara verdiği çocuk konusunda, O'na(Allah'a) ortaklar kıldılar. Allah, onların şirk(ortak) koştuklarından yücedir, münezzehtir.“

[ARAF(7)/190]

b) Adem’in cennetten kovulmasına sebep olan önceki suçu da genel yaygın kanının aksine “şirk”tir. İşte suçun günah olduğunu söyleyen bir okuyucumuza cevabımız:

Okuyucunun görüşü: “Daha önce babalarımız ortak koşmuştu” denmektedir ki bu kesinlikle Âdem (a.s.) değildir, o ortak koşmamıştır, sadece günah işlemiştir.”

YS’nin cevabı:

Adem, açıkça “şirk” koşmuştur, işlediği “günah” değil “şirk”tir. İşte nasıl “şirk” koştuğunun izahı:

1) Adem’in Yaratıcısı-Rabb'i-İlah'ı Allah'tır ve Adem, Sonsuz Yüce olan Allah’a teslim olmuş Müslümandır. Mutlak anlamda ona itaat etmesi gerekir, bir konuda bile başkasına itaat etse o bir konuda “başkası”nı Allah’a ortak koşmuş olur. O başkası, ister kendi-nefsi, isterse de İblis olsun.

2) Allah, “şu ağaca sakın yaklaşma” diye açıkça-doğrudan Adem’e emretti. İblis geldi ne dedi: “Hayır, o ağaca yaklaş, meyvesinden ye ki melek olasın, cennette kalıcı olasın” Adem ne yaptı? Mutlak anlamda Allah’ın, açık-muhkem emirlerine uyması gerektiği halde, o konuda İblis’e uydu-itaat etti. Sonuç: İblis’i o konuda Allah’ın hükümranlığına ortak etti ve “şirk” koştu, ancak tövbe etti(döndü).

3) İblis de, Allah’ın açık-muhkem emrine uymayıp, nefsinin isteğine

(kıskançlık sebebiyle) uydu ve “şirk” koştu, ancak tövbe etmedi, affedileceğini ummadı, ümitsiz oldu ve de kovuldu.

4) Her müşrik(M) kafirdir(K), ancak her kafir, müşrik değildir. Yani (M alt küme K)dır.

5) Sonsuz Yüce Allah’ın ve O’nun Peygamberinin bire bir açık-muhkem emrini her kim çiğnerse müşrik olur, yani kafir olur.

c) Peygamberler robot değildir, onlar da görevlerini yaparken denenirler ve hata edebilirler, şayet “şirk” olacak söz ve beyanları bir anlık ortaya çıksa, Yüce Allah tarafından anında uyarılır ve düzeltilirler; böylece bu en büyük suçu-zulmü işlemelerine müsaade edilmez. Şayet uyarıya rağmen bu azim suçu işlemeye devam ederlerse İblis gibi kaybedenlerden olurlar. Kur’an’da anlatılan ve “dilini sarkmış köpeğe” benzetilen kimse de, bu duruma düşmüş olan Belam’dır. (Araf(7/175-176))

İkinci bir delil de Balık Sahibi Yunus’tur. Yunus Peygamber, korkudan nereye kaçıyordu? Bu Allah’tan kaçış, itaatten kaçış, nefsinin hükmüyle itaatten çıkış ve yaptığı “zulüm-şirk” değil de nedir? Neden balığın karnında “Sen'den başka ilah yoktur, ben zalimlerden(şirk koşanlardan) oldum diyor? İşte Sonsuz Yüce’nin vahyi:

Balık sahibi (Yunus'u da); kızgınlıkla gittiği zaman; bizim kendisine güç yetiremeyeceğimizi sanmıştı. Karanlıklar içinden(balığın karnından) nida etti: “Sen'den başka İlah yoktur, Sen Yüce'sin, gerçekten ben zalimlerden oldum“.

Bunun üzerine duasına icabet ettik ve onu üzüntüden kurtardık. İşte Biz, iman edenleri böyle kurtarırız.

[ENBİYA(21)/87-88]

Üçüncü bir delil ise yine Sonsuz Yüce’nin Evrensel ve Sonuncu Azim Peygamberi Muhammed(s.a.v.)i uyarısıdır:

“Ey Nebi, eşlerinin hoşnutluğunu isteyerek, Allah'ın sana helal kıldığını niçin haram kılıyorsun? Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.“

[TAHRİM(66)/1]

d) Bugünün temel meselesi “şirk” meselesidir. 1500 seneden bugüne; Kur’an’ın merkezi kavramları buharlaşmış, “şirk” tüm İslam coğrafyasında egemen olmuş, İslam’ın ”efradını cami, ağyarını mani” tanımı tarumar olmuş, “Yüce Allah’ın hukuku olan İslam” ortadan kalkmış, şirkin envaı çeşidi her yerde ve her işte sıradanlaşmış ve böylece Peygamberimiz(s.a.v.)’in diliyle:

“O gün(YS’de) benim ümmetim Ay’a ve Güneş’e tapmaz, ancak bilemedikleri bir şekilde şirk koşarlar” haberi maalesef bugün kaim olmuştur.

Evet herkesin bilmesi, öğrenmesi ve peşinden koşması gereken mesele “şirk nedir, ne değildir” temel meselesidir vesselam. Lütfen sitemizdeki İSLAM BÖLÜMÜ’nü ve özellikle aşağıdaki kaynakları inceleyiniz:

http://www.yaklasansaat.com/dinler/kuran_da_islam.asp

http://www.yaklasansaat.com/dinler/kuranin_merkezi_kavramlari_nasil_buharlasti.asp

http://www.yaklasansaat.com/dinler/kuranin_merkezi_kavrami_abd.asp

http://www.yaklasansaat.com/dinler/kuranin_merkezi_kavrami_ilah_islam.asp

http://www.yaklasansaat.com/dinler/iblisin_islama_tuzagi_tasavvuf_felsefesi.asp

http://www.yaklasansaat.com/dinler/radikalizm_islam_degil_hastaliktir.asp

 

SORU

Sitenizi ilgiyle takip ediyorum. Önemli temel konularda gözümü ve gönlümü açan müthiş araştırmalar var. Üç sene önce yaptığınız Suriye analizi geçerliliğini koruyor. Ancak yeni bir değerlendirme yeni bir analiz hiç olmazsa bu forumda olamaz mı? Başarılarınızın devamını Allah'tan diliyorum. Selam ve hürmetle...

CEVAP

Yakında bu konuyla ilgili bir okuyucumuza mailden verdiğimiz cevap aşağıdadır:

Bu analizde sadece can alıcı noktalara işaret eden çok özet bir açıklama yapılmıştır. Merak eden okuyucularımıza bir fikir verir kanaatindeyiz.

Aşağıdaki tespitler üzerinde dikkatle durunuz:

1) Yaklaşan Saat'te dünya yaşamını yok edecek arka arkaya iki süreç yaşanacaktır: Bunlardan birincisi; bugün yaşanan parçalı dünya savaşının, giderek yoğunlaşan ve yaygınlaşan küresel savaşlara dönüşüp, sağduyudan, akıldan yoksun hale gelmiş şeytanlaşmış yöneticilerin, insanlığın helakını hazırlaması şeklinde olacaktır. Birinci süreç budur.

2) Bu süreçte dünyaya, hakim, gizli, küresel, parasal, derin Siyonist Güç egemendir. Önceden masa başında gerekli planlar yapılmıştır ve bu planlar uygulamaya konmuştur. Orta Doğu'daki sözde İslam toplumlarının iktidarlarının yıkılışı ve ortaya çıkan kaos, mezhep çatışmaları, İslam’la alakası olmayan ancak İslam adına hareket eden daeş, el-kaide gibi radikal (Sitemizdeki “RADİKALİZM İSLAM DEĞİL HASTALIKTIR“ yazımızı lütfen okuyun.) örgütlerin icrai faaliyetleri bu cümledendir. Önceden el-kaide'yi oluşturan, yönlendiren bu derin Güç, el-kaide'nin içinden daha vurucu, daha hastalıklı, daha harici bir daeş örgütü üretmiştir. Bu Güç'ün amacı şudur:

a) İslam coğrafyasındaki toplulukları, mezhepleri birbirine kırdırmak, bu bölgeleri paramparça ederek bölgedeki kaynakları ve toplulukları daha kolay bir şekilde kontrol altına almak, yönetmek.

b) İnsanın ve insanlığın tek kurtuluş dini olan İslam’ı çirkin, akıl dışı ve insanlık dışı terör dini olarak göstermek.

c) Nihai olarak İslam etiketli bu radikal-hastalıklı gücü-enerjiyi harekete geçirerek, İslam-Hristiyan çatışmasını körüklemek. İblis’in yönettiği bu derin Güç, Hristiyanlıkla savaşamayacağına göre, İslam’dan doğan bu radikal enerjiyi kullanmak ve böylece küresel hakimiyetine engel olabilecek bu iki büyük din potansiyelini etkisiz hale getirmek. Bu derin Güç’ün, bugüne kadar Hristiyanlığı kendi amaçları için tepe tepe kullandığı unutulmamalıdır.

Özelde Suriye meselesine baktığımızda Rusya’yı oraya sokan bu güçtür. Amaç; ABD’nin yapacağı pis işleri Rusya’ya yaptırmak; Arapların, Türklerin düşmanlığını Rusya’ya yöneltmek. Bugün Rusya bir taraftan Esed muhaliflerine amansızca saldırırken diğer taraftan PYD’yi silahlandırıyor. Putin’de zerre kadar aklı-selim olsa bu şekilde hareket etmez. Bu yaptıkları Rusya’da bir iç savaşın başlamasını kaçınılmaz kılacaktır.

3) İkinci süreç; Yaklaşan Saat’in katastrofik felaketleridir. Sonsuz Yüce Allah’ın dünyayı adeta bombardımana tabi tutmasıdır. (Sitemizdeki Eski Kavimler/Yaklaşan Saat bölümünü okuyunuz)

4) Bu aşamada Deccal ortaya çıkacak; insanlık da ikiye bölünmüş olacaktır. Büyük çoğunluk Deccal’e tabi olacak az bir çoğunluk ise ona karşı duracak ve gerçek İslam toplumunu oluşturacaktır.

5) Bütün planlar Sonsuz Yüce Allah’ın Planı’na hizmet eder ve Allah ne diyorsa o olur.

SORU

Sayın site yönetimi, “Radikalizm İslam Değil Hastalıktır” yazınızla bugünkü DAEŞ(IŞID) gibi radikal hastalıkların teşhisini tam olarak yapmışsınız, ancak İslam adına kurgulanmış ve emperyalistlerin kör aleti olan bu İslam dışı terör örgütleriyle ile ne yapılmak; Türkiye-dünya nereye götürülmek isteniyor, biraz daha açar mısınız?

CEVAP

Sayın okuyucumuz, yakında başka bir okuyucumuzun sorusu üzerine yayınladığımız çok kısa bir açıklamamızı tekraren sizin de dikkatinize sunuyoruz:

“Bu analizde sadece can alıcı noktalara işaret eden çok özet bir açıklama yapılmıştır. Merak eden okuyucularımıza bir fikir verir kanaatindeyiz.

Aşağıdaki tespitler üzerinde dikkatle durunuz:

1) Yaklaşan Saat'te dünya yaşamını yok edecek arka arkaya iki süreç yaşanacaktır: Bunlardan birincisi; bugün yaşanan parçalı dünya savaşının, giderek yoğunlaşan ve yaygınlaşan küresel savaşlara dönüşüp, sağduyudan, akıldan yoksun hale gelmiş şeytanlaşmış yöneticilerin, insanlığın helakını hazırlaması şeklinde olacaktır. Birinci süreç budur.

2) Bu süreçte dünyaya, hakim, gizli, küresel, parasal, derin Siyonist Güç egemendir. Önceden masa başında gerekli planlar yapılmıştır ve bu planlar uygulamaya konmuştur. Orta Doğu'daki sözde İslam toplumlarının iktidarlarının yıkılışı ve ortaya çıkan kaos, mezhep çatışmaları, İslam’la alakası olmayan ancak İslam adına hareket eden DAEŞ, el-kaide gibi radikal (Sitemizdeki “RADİKALİZM İSLAM DEĞİL HASTALIKTIR“ yazımızı lütfen okuyun.) örgütlerin icrai faaliyetleri bu cümledendir. Önceden el-kaide'yi oluşturan, yönlendiren bu derin Güç, el-kaide'nin içinden daha vurucu, daha hastalıklı, daha harici bir DAEŞ örgütü üretmiştir. Bu Güç'ün amacı şudur:

a) İslam coğrafyasındaki toplulukları, mezhepleri birbirine kırdırmak, bu bölgeleri paramparça ederek bölgedeki kaynakları ve toplulukları daha kolay bir şekilde kontrol altına almak, yönetmek.

b) İnsanın ve insanlığın tek kurtuluş dini olan İslam’ı çirkin, akıl dışı ve insanlık dışı terör dini olarak göstermek.

c) Nihai olarak İslam etiketli bu radikal-hastalıklı gücü-enerjiyi harekete geçirerek, İslam-Hristiyan çatışmasını körüklemek. İblis’in yönettiği bu derin Güç, Hristiyanlıkla savaşamayacağına göre, İslam’dan doğan bu radikal enerjiyi kullanmak ve böylece küresel hâkimiyetine engel olabilecek bu iki büyük din potansiyelini etkisiz hale getirmek. Bu derin Güç’ün, bugüne kadar Hristiyanlığı kendi amaçları için tepe tepe kullandığı unutulmamalıdır.

Özelde Suriye meselesine baktığımızda Rusya’yı oraya sokan bu güçtür. Amaç; ABD’nin yapacağı pis işleri Rusya’ya yaptırmak; Arapların, Türklerin düşmanlığını Rusya’ya yöneltmek. Bugün Rusya bir taraftan Esed muhaliflerine amansızca saldırırken diğer taraftan PYD’yi silahlandırıyor. Putin’de zerre kadar aklı-selim olsa bu şekilde hareket etmez. Bu yaptıkları Rusya’da bir iç savaşın başlamasını kaçınılmaz kılacaktır.

3) İkinci süreç; Yaklaşan Saat’in katastrofik felaketleridir. Sonsuz Yüce Allah’ın dünyayı adeta bombardımana tabi tutmasıdır. (Sitemizdeki Eski Kavimler/Yaklaşan Saat bölümünü okuyunuz.)

4) Bu aşamada Deccal ortaya çıkacak; insanlık da ikiye bölünmüş olacaktır. Büyük çoğunluk Deccal’e tabi olacak az bir çoğunluk ise ona karşı duracak ve gerçek İslam toplumunu oluşturacaktır.

5) Bütün planlar Sonsuz Yüce Allah’ın Planı’na hizmet eder ve Allah ne diyorsa o olur.”

SORU

Yazılanları okudum fakat Allahın Planını anlayamadım. Tüm planların üzerinde Allahın planı olduğunu göre önümüzde 2-3 sene ülkemiz açısından nasıl geçecek?

Başarısız darbe girişimi gerçekte kime yapıldı?

AKP arkasındaki perde arkasında ki güçler kim? Ve gerçekten gözü kapalı güvenilecek insanlar mı?

Kripto yahudi ve ermeni masonik bağlantılar ne durumda?

Nato ve Gladyosu uzantıları ne durumda ve Nato ve Gladyodan ayrı düşünülemeyecek mossad ve israil bağlantıları?

Solcu Ulusalcı, Kemalist kesimlerin kendi arasında bölünmesi örneğin perinçek gibi durumdan memnun olması gladyonun temizleneceğini söylemesi.

Uzayıp gidiyor sorular.

CEVAP

“Allah’ın Plan’ı”; Kur’an ve Sahih Sünnet’te ortaya konmuştur. Kimin için, gerçek anlamda iman edenler için…

Şeytan dostları, radikal ve ılımlı “İslamcı fasıklar” ise kendilerini merkeze koyup “anlamak istediklerini” anlamışlar, her biri şeytanlarının vahyine uyarak Mesih-Mehdi rollerine soyunmuş ve Küresel Efendiler için kullanışlı birer alet olmuşlardır. Bu konu “Radikalizm İslam Değil Hastalıktır” yazımızda işlenmiş, vakti geldiğinde de “İblis’in Kadim Planı”nda açıklanacaktır.

Gelelim bugünün Türkiye’sine ve Darbe operasyonunun analizine…

İşte “Darbe” sanılan ancak gerçekte “iç savaş” provası olan bu “isyan”ın maddeler halinde karakteristik özellikleri ve bazı gerçekler:

1) Bu cinnet halindeki “Küresel-Parasal Güç” patentli kalkışma, “darbe” değil, bir “iç savaş” başlatma operasyonudur. Darbenin olması için Türkiye’de hiçbir koşul yoktur. Kim bu iç savaş kalkışmasını “darbe“ sanıyorsa aldanıyor. Ancak Sayın Cumhurbaşkanı’na suikast gerçekleşmeyince, iç savaş şimdilik akamete uğramış, küresel kucakta oturan masonik-meczup liderin haşhaşilerinin tasviyesinin yolu açılmıştır.

2) Bu darbedir ve bunun etapları var diye düşünenler maalesef yanılıyor. Bu darbe değildi, kaos-iç savaş provasıydı, devamı darbe değil, yeniden iç savaşı tetiklemektir. Bunun içinde yarım bıraktıkları işi bitirmek isteyecek; Sayın Cumhurbaşkanı’na suikast planlamadan geri durmayacaklardır. Küresel beylerin ve maşalarının kini, onun üzerinde toplanmıştır ve iç savaş da ancak böyle başlayabilir.

3) Halkın sürekli sokaklara çağrılması, halk için de ülke için de yorucu-yıpratıcıdır. Hükümetin artık OHAL ile asayişi ve yönetimi sağlaması; halkın da evlerinde teyakkuz halinde Cumhurbaşkanı ve hükümetin çağrılarını bekler halde bulunması gerekir, sağlıklı olan budur.

4) Türkiye’nin başına bela edilen bu hastalıklı yapının başından beri kurgulayıcısı ve gerçek yöneticisi Küresel Güç’tür. Bunu Türkiye’yi yönetenler görmemiştir, görmek istememiştir… Bu Güç bu cemaat(!) vasıtasıyla Türkiye’yi tamamen kontrol ederek, bu merkezden Orta Doğu ve Asya’yı kontrol etmek istemiştir. Daha sonra da “Yeni Dünya Düzeni”ne

geçilecektir. Bugün dünyadaki kaos ve katliama da buradan bakmak gerekir.

5) Bugüne gelişte en büyük pay, Demirel, Ecevit ve Özal’ındır. Tayyip Erdoğan da bu geleneğe uymuş, tabi ki aldatıldığını 17-25 Aralık darbesinden sonra söylemiş ve de gerçeğe uyanmıştır. Ancak o aşamadan sonra Ergenekon operasyonlarının amacını görerek gereken mücadeleyi tek başına vermiş, hukuk ve emniyette istenen sonucu almış, ancak orduya dokunamamıştır.

Ergenekon operasyonuyla tasfiye edilen “ulusalcılar”ın da iki önemli gafleti söz konusudur. Birincisi, tutuklanmadan önce Tayyip Erdoğan düşmanlığı yaparak, hatta darbe yapacakmış gibi seçilmiş hükümete ve onun başına korku salarak, operasyoncu cemaatin eline koz vermişlerdir. İkinci gafletleri, Tayyip Erdoğan düşmanlığı gözlerini kör ettiği için 17-25 aralık darbesine karşı, yeterince devletin yanında yer almamış ve devleti savunmaya yönelik bir milli cephe oluşturarak gerekli desteği verememişlerdir.

6) Ülkenin bu noktaya gelmesini engellemesi gereken asker, sivil ve bürokratların tümü bu sonuçtan sorumludur ve bunun hesabı sorulmalıdır. Devletin ve ordunun yeniden inşa edilmesi gerekir. Ülkenin 700 bin kişilik hantal ve sık sık darbeye teşebbüs eden bir orduya değil, çok daha az sayıda dinamik, hareket yeteneği yüksek bir orduya ihtiyaç vardır.

7) ABD, NATO, CIA, MI6, Mossad vs. yok, bütün bunları derinden yöneten “GÜÇ” var. İşte Kabalacı-tasavvufcu maşanın mürit askerlerinin eline tutuşturduğu “okunmuş(!) 1 Dolarlar” bu gücün İbliste buluşan sırlarını ifşa etmiyor mu?

Son olarak da aşağıdaki hadisi ve aşağıdaki linklerdeki yazılarımızı lütfen okuyun demekten başka bir şey söyleyemiyoruz…

“Şuayb b. Amr anlatıyor: Adda b. Halid b. Amr b. Amir şöyle anlattı:

Bizler, Allah'ın Resulü (s.a.v.) ile birlikte idik. Birden sıçrayıp ayağa kalktı. Sanki bir şeyden ürkmüştü. İbn Mes'ud: “Anam babam sana feda olsun. Sanki bir şeyden ürkmüşsün gibi kalktın?!” deyince:

“Üç Deccalden-yalancıdan uzak durun“ buyurdu. İbn Mes'ud:

“Anam babam sana feda olsun. Bize bir gözü kör olan Deccal’i ve YALANCILARIN YALANCISInı anlatmıştın. Ya üçüncü yalancı kimdir?“ diye sordu. Bunun üzerine Allah'ın Resulü(s.a.v.) buyurdu ki:

“Bu, başı helak olmuş, sonu tükenmiş, Harika (Yakıcı) adı verilen bir fitneyle birlikte sonsuza dek laneti hak etmiş bir kavim-topluluk içinde zuhur edecek bir kişidir. O, sinsi Deccal'dir ve Allah'ın kullarını yer bitirir.“

Mecma'uz-Zevaid ve Menbau'l-Fevaid, C.13, Bab: Fitneler Kitabı, Hno: 12492, s. 62

http://www.yaklasansaat.com/dinler/radikalizm_islam_degil_hastaliktir.asp

http://www.yaklasansaat.com/dinler/iblisin_islama_tuzagi_tasavvuf_felsefesi.asp

http://www.yaklasansaat.com/dinler/yaklasansaatte-beklenen-mehdi-degil-isadir.asp

SORU

"Yahudi din adamlarının Tevrat'ı metin olarak koruyarak, anlam olarak nasıl tahrif ettikleri gerçeği, bu meselenin en çarpıcı "saptırma örneği"ni teşkil etmektedir."

Kuranı anlamak için Arapça sitenizde yukarıdaki satır ne demek?

Metin nasıl korunmuş olur, Kur’an’da Allah metni değiştirdiklerini söylüyor?

CEVAP

1) Kur’an’ın, Tevrat’ı tasdik edişi ve Tevrat’ı zikredişi iyi incelenmelidir. Kur’an’da onlarca ayet var, Tevrat’a atıf yapan onlarca ayetten seçtiğimiz aşağıdaki ayetleri lütfen inceleyiniz.

2/89, 146

3/3, 50, 93, 187,

4/46 ,47

5/13 ,15, 44,45,46

6/91

1/17

28/49

46/12, 30

61/6

62/5

2) Özellikle yukarıdaki ayetlerden seçtiğimiz aşağıdaki ayetler bu tahrifatın nasıl yapıldığını açıkça ortaya koymaktadır.

4/46 (“Yuharrifune el-kelime an mevzihi”)

5/13 ( “Yuharrifune el-kelime an mevzihi”),

5/44(“Vela teşteru bi-ayati semenen kalilen”),

3/187 (“Ve-eşteru-bihi semenen kalilen”)

6/91 (“Tecaluna-hu(Tevrat’ı) karadise tubdunaha ve tuğfuna kesiren”)

4/46,5/13 de Yüce Rabb'imiz diyor ki; “kelimeleri(kavramları) mevzilerinden(kapsamlarından) dışarı çıkardılar, kapsamlarını anlamlarını değiştirerek; mevzilerini daraltıp-genişlettiler ve böylece istedikleri anlamlara tevil ettiler.”

Yoksa Kitab'ın ayetlerini ve ayetlerdeki kelimeleri-metni çıkarıp yerine başka kelimeler ya da metin koymadılar. Her kelimenin bir mevzii(çukuru-kapsamı) vardır. Bu kapsamı-anlamı, tabii ki tevillerle değiştirerek istediğiniz anlamı verebilirsiniz.

3/187, 5/44'de Yüce Rabb'imiz diyor ki; “Allah’ın ayetlerini az bir dünya menfaati için sattılar(değiştirdiler-tevil ettiler). Yoksa Tevrat’ın bir ayetini, yahut ayetin içindeki kelimeleri parayla satıp, yerine yeni kelimeler koymadılar ve koyamazlar da…

6/91'de Yüce Rabb'imiz diyor ki; “Tevrat’ı parça-parça(kırtasiye) yaptılar; bir bölümü; yani işlerine geleni açıkladılar, bir çoğunu da gizlediler.

3) Bugün Kur’an, yazım olarak korunmuştur, bunda hiç şüphe yoktur, ancak benzer tahrifat, Kur’an’da da yapılmaktadır. Bunca “Din” anlayışı, sayısız biri birini dışlayan tarikatlar, akımlar, radikaller nereden çıkıyor dersiniz. Kur’an, “hırsızın elinin kesilmesini emretmiyor. Bunun anlamı; “hırsızın elinin maldan uzaklaştırılmasıdır” diyen anlı şanlı ilahiyat profu-dekanı, bu teviliyle ne yapmış oluyor sizce… Ne karşılığında Allah’ın ayetlerini ya da “kesme” kavramını mevziinden çıkarıyor dersiniz… Tevrat’ın kavramları Hahamlarca buharlaştırıldı da Kur’an kelimeleri

(kavramları) buharlaştırılıp, mevzilerinden çıkarılmadı mı? Kur’an parça parça edilmedi mi?(23/52-53) Kur’an dan hicret edilmedi mi? (25/30)…

Bir zamanlar, hemen herkesin onayladığı İblis şapkalı FETO, Kur’an’ı, hahamların Tevrat’ı tahrifinden az mı tahrif etti… Daha nice şeytanlaşmış sapkın akımlar ya da din adamları, Allah ile ve O’nun ayetleriyle-kelimeleriyle oynayarak insanları kandırmıyorlar mı? (31/33, 35/5)

4) Bizim Kur’an’a, Sahih Sünnet'e ve Tevrat’ı incelemeye dayanan görüşümüz şudur:

Tevrat metin olarak korunmuştur. Ancak yazılı Tevrat’ın dışındaki “sözlü Tevrat” ve diğer metinler, hahamların görüşlerinin yansıdığı muharref metinlerdir. Yazılı Tevrat, tüm İsrailoğulları peygamberlerince tasdik edilmiş, korunmuş olmasına rağmen, hahamların, kelimelerle-kavramlarla oynamasıyla bu anlamda tahrife uğramıştır. Tevrat’ı ya da Kur’an’ı tahrif etmek için yazılı metinle oynamaya gerek yok, kavramlara istediğiniz anlamları verme hilekarlığı ya da cehaleti aynı amacı sağlar.

5) Yüce Allah’ın kelamı olan Tevrat, İbranice metin olarak sahih olsa da, Kur’an’dan sonra hükmünü yitirmiştir ve biz müminler için hiçbir şekilde bağlayıcılığı yoktur.

6) Bu konuya açıklık kazandıracak olan Sitemizdeki 5/5/2011 tarihli “İSRAİLOĞULLARI: AMCAOĞULLARI PEYGAMBERİMİZİ NASIL ÖRTTÜLER?” başlıklı araştırmamızın;

“2) TEVRAT(TORA): “ALLAH SİZE, KARDEŞLERİNDEN, BENİM(MUSA) GİBİ BİR PEYGAMBER GÖNDERECEKTİR“ alt başlıklı bölümü aşağıya alınmıştır:

“Bilindiği gibi Tevrat, yahut “Yazılı Tevrat“; beş kitaptan meydana gelmiştir. Bunlar; Tekvin(Bereşit), Çıkış(Şemot), Levililer(Vayikra), Sayılar(Bamidbar), Tesniye(Devarim)'dir.“Kitab-ı Mukkaddes: Eski Ahit ve Yeni Ahit(İnciller)“ ise; bu “Beş Kitab“a, Hakimler, Peygamberler ve İnciller(4 Kanonik İncil)in ilavesiyle oluşturulan bir kitaptır ve daha çok Hristiyanlarca makbuldür.

Biz burada beş kitaptan oluşan “Yazılı Tevrat“ üzerinde duracağız. Tabii ki “Yazılı Tevrat“dan söz edince “Sözlü Tevrat“dan da bahsetmemiz gerekmektedir. “Sözlü Tevrat“ diye ifade edilen, Musa'ya vahyedilen, ancak yazılması yasak olan“şifai vahiy“dir. “Yazılı Tevrat“ın, yazılı biçimde okunması; “Sözlü Tevrat“ın ise ezberlenmesi ve rabbaniler-hahamlar tarafından öğretilmesi, hatta “Yazılı Tevrat“ın tefsirinin tamamen “Sözlü Tevrat“a dayandırılması esastır. “Sözlü Tevrat“ın, unutulması ve kaybolması endişesiyle daha sonra esasları yazılmış, detayları ve yorumları, yine alimlere-hahamlara bırakılmıştır. İlk önce MS 2. yüzyılın sonlarına doğru “Mişna“ yazılmış, daha sonra da kapsamlı olarak “Talmud“ yazılmıştır.

“Sözlü Tevrat“, Musa'dan sonra o derece önemsenmiş ve öne çıkarılmıştır ki; “Sözlü Tevrat“ ve hatta “Hahamlar“ olmadan, “Yazılı Tevrat“ anlaşılamaz yargısı, tüm Yahudilere ve din adamlarına hakim olmuştur. Böylece “Sözlü Tevrat“ ve “Hahamlar“; Din'in merkezine oturtulmuş, Yüce Allah'ın indirdiği “Yazılı Tevrat“ bu yolla tefsir ve tevillere mahkum edilmiştir. Böylece “din adamları“, kavramlarla istedikleri gibi oynamış; kapsamlarını değiştirip, dönüştürmüşler ve Kur'an diliyle “kelimeleri mevzilerinden çıkarmışlardır“. Peygamberimiz'in beyanıyla da; “İsrailoğulları, alimlerini Rabler edinmiştir.“

Maalesef “Peygamber Sünneti“nin; yani “Sahih Hadis Külliyatı“nın, sonradan zayıf hadisler ilave edilerek genişletilmesi ve Kur'an'ın önüne geçirilerek; Kur'an'ın, bazı alimlerce tamamen hadislere mahkum edilmesinin de, benzeri bir sapma olduğunu burada zikretmeliyiz.

Unutulmamalıdır ki Din'in; İslam'ın temeli-özü; tüm kutsal kitaplarda muhkemdir, herkesin anlayacağı açıklıktadır. Ancak ameli meselelerde, elbette “peygamberlerin açıklamaları“na,“alimlere-fıkha“ ve fıkhetmek içinde bir “metod“a ihtiyaç vardır. Bu tespitlerden sonra “Yazılı Tevrat“ın tahrifine sebep olan faktörleri şöyle özetleyebiliriz:

1) Birincisi, “yazıcılar“ın(soferim) yazım hataları, alimler arasında da ciddi bir tartışma konusudur.

2) Yahudi Tevrat'ı(Massoratik) nüshası, Septuagint(Yunanca) nüsha ve Samiri Tevrat'ı arasında ciddi farklar vardır.

3) İstila ve esaretle gelen dış baskılar; “Tevrat'ı yasaklama ve yok etme çabaları“ ve putperest Yahudi krallarının, “Tevrat'ı tahrif etme gayretleri“.

4) Bizce en önemlisi, bizzat Yahudi din adamlarının; “hahamların tevil ve tefsirleri“dir. “Yazılı Tevrat“a, parantez içi açıklamalar ilave etmek yoluyla ve özellikle kavramlarla oynayarak; istenen anlamı elde etme çabaları, adeta meşru bir yol olmuştur. “Sözlü Tevrat“ın oluşumu, yazılı hale getirilmesi, ilave edilen fıkhi görüşlerle genişletilmesi; “Yazılı Tevrat“ın, tamamen bu şifai fıkha bağlanması, en büyük tahribat kaynağıdır. Özellikle Peygamberimiz'e işaret eden “ayetler ve kavramlar“la oynanarak örtülü hale getirilmiş, yahut bu sıfatlar, İsrailoğulları'nın peygamberlerine atfedilmiştir.

Biz, Tevrat'da en ciddi tahrifatın; “Sözlü Tevrat“ı oluşturup-geliştiren“ ve bu yolla “Yazılı Tevrat“ı istedikleri gibi yorumlayan “Rabbaniler-Hahamlar“ kanalıyla yapıldığına inanmaktayız. Aşağıda Tevrat ayetleri ve bunların tefsirleriyle ilgili vereceğimiz birkaç örnek bile bizim bu tespitimizi doğrulamaktadır. İşte tipik bir örnek:

Tora:Çıkış(Şemot) 21:24'de; “Göze karşılık göz, dişe karşılık diş, ele karşılık el, ayağa karşılık ayakta kısas vardır.“ ayetinin benzer şeklinin Kur'an'da geçtiğini; anlamının da gayet açık olduğunu bilmekteyiz. Şayet zarara uğrayan, bağışlarsa ve karşılığında bir diyet kabul ederse bu kendisi için bir kefarettir der Kur'an. Ancak zarara uğrayan, had uygulanmasını isterse, haddin uygulanması gerekir ve uygulamayanlar zalimdir der yine Kur'an. Ve yine Yüce Allah,İsrailoğulları'nın, bu cezaların uygulamasını değiştirerek zalimler olduklarına işaret eder.

Hahamlar, göz göre göre bu “had cezası“nı iptal etmişler, bunun sadece “para cezası“olduğuna hükmetmişler, aksi görüşü küfür saymışlardır. Böylece hahamların “Sözlü Tevrat”da yer alan görüşleri, “Yazılı Tevrat“ın bu “ceza hükmü”nü değiştirmiştir. İşte hahamların bu kısas ayetinin uygulamasını nasıl değiştirdiklerinin kanıtı:

“Kim, Sözlü Tora ile bilinen, ama 'Yazılı Tora'nın basit metninde farklı anlaşılabilen bir kuralın, bundan böyle 'Sözlü Tora'ya göre değilde, yazılı metinden doğrudan anlaşıldığı şekilde; örneğin “göze göz vs.“ emrini, tazminat ödeme yerine gerçekten de göze karşılık göz çıkarma şeklinde uygulanacağını söylerse, sabahtan akşama sürekli mucize gerçekleştirse

bile bunun hiçbir değeri yoktur ve idamı hak eder. Bu kişinin yaptıkları ya göz boyamadır, ya da kendisi karanlık güçler kullanarak büyü yapmayı, yakın gelecek hakkında haber almayı bilen biridir. Ama yaptıklarının kutsiyetle uzaktan yakından alakası yoktur.“ (Tora:Tesniye(Devarim) 13:3'ün tefsir kısmı).

Benzer şekilde kendilerine, Peygamberimiz'in gönderileceğini bildiren “Tesniye 18:15 Ayeti“ni, nasıl da örttüler:

“Tanrı Aşem, benim gibi, arandan, kardeşlerinden bir peygamber belirleyecek senin için. Onu dinleyin!“

Tesniye(Devarim)18:15

Burada Musa, Yüce Allah'ın vahyine dayanarak açıkça diyor ki; “Ey İsrailoğulları, Allah, size, kardeşlerinizden benim gibi bir peygamber gönderecektir, onu dinleyin!“ Kimdir İsrailoğulları'nın kardeşleri? Elbette İsmailoğulları'dır. Zira İsmail, İshak'ın kardeşidir, tabii ki İbrahim'in oğludur. İsmailoğulları, kardeşoğullarıdır, yahut da Yakuboğulları'nın ammuoğulları(amcaoğulları)dır. Bu ayet açık bir şekilde Muhammed(s.a.v.)e işaret etmektedir. Hahamların tefsir ve tevilleri tamamen yanlıştır, kasıtlıdır ve tutarsızdır. “Arandan“ kelimesini kullanarak, açık ifadeyi ve işareti, İsrailoğulları peygamberlerine yönlendirmektedirler. Böylece ortaya çıkan çelişkileri de zırva tevillerle kapatmaya çalışmakta ve maalesef cemaatlerini kandırmakta başarılı olmaktadırlar.

Bu ayet, son rahmet elçisi Muhammed(s.a.v.)den başkasına gitmez, neden mi?

1) İsrailoğulları'nın kardeşleri; ammuoğulları, İsmailoğulları'dır. Hahamlar dar anlamda kavmiyetçilik yapıp; Hacer'i ve İsmail'i tanımamazlıktan gelseler de bu böyledir.

2) Musa gibi bir peygamber İsrailoğulları'na gelmemiştir ve bir daha gelmeyeceğini de haham efendiler yine Tevrat'dan bilirler. Bilirler ki; hahamlar bu noktada bocalamış, buradan çıkış yolları arayarak; zırva teviller yapmışlardır. Ayrıca Musa da, Muhammed de nasıl önemli iki

kardeş peygamber olduklarını bilmekteydiler. Peygamberimiz, defaatle Musa'nın önemine işaret etmiştir ve hatta Tevrat metnini elinde tutan Ömer'e; “bugün Musa da gelseydi bana tabi olurdu“ diye seslenmiştir. İki önemli kitap ve iki önemli peygamber... Birisi Rabb'iyle doğrudan konuşmuş, diğeri ise tüm insanlığa ve alemlere rahmet olarak gönderilmiş mühür peygamber. Birisi İsrailoğulları'na gelecek peygamberlerin sürekli tasdik edeceği “Furkan“la, diğeri fiili kıyamete kadar İsrailoğulları da dahil tüm insanlığa gönderilen “Kur'an“la gelmiştir...”

http://www.yaklasansaat.com/dinler/israilogullari_amcaogullari_peygamberimizi_nasil_orttuler.asp

SORU

(ENFAL/17) - Diyanet İşleri: (Savaşta) onları siz öldürmediniz, fakat Allah onları öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı. Mü’minleri, tarafından güzel bir imtihanla denemek için Allah öyle yaptı. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

Bu ayet hakkında ki yorumlarınızı alabilir miyim acaba?

CEVAP

Sayın Orhan; 2012 yılında aynı ayeti soran Hakan adlı okuyucuya verilen cevap aşağıdadır:

““Siz onları öldürmediniz ve lakin Allah öldürdü. Ve attığında sen atmadın, fakat Allah attı. Müminleri Kendisinden güzel bir imtihanla denemek içindi. Muhakkak Allah İşitendir, Görendir.“

“Muhakkak Allah böylece kafirlerin tuzağını boşa çıkarır.“ (Enfal (8)/17-18)

Sorduğunuz ayetin anlamı açıktır. Yüce Allah, Bedir'deki zaferin (aslında tüm iyilikler öyledir) tamamen kendi lütfu olduğunu, oradaki tüm şartları ve savaşı tamamen Müslümanların kazanmasını sağlayacak şekilde ayarladığını ve eğer O öyle yapmasa hiç bir başarının kazanılamayacağını bildiriyor.

Aynı suredeki önceki ayetlere bakarsanız, zaten savaşın çıkmasından, müminlerin kafirleri yenmesine kadar tüm aşamaların Allah tarafından

bir lutuf olarak nasıl yönetildiğini ve ayarlandığını görebilirsiniz. Bu ayetlerde, o gün savaşın gerçekleşmesi bile “siz ayarlasanız-randevulaşsanız bile yapamazdınız“ diye ifade edilmektedir. Ayrıca binlerce melekle bizzat fiziki yardımdan, kafirlerin kalbine korku düşürüp, müminlerin kalbini rahatlatmaya kadar bir çok şey sayılmaktadır. Bu ayet fıkhi ya da müteşabih bir ayet olmadığından tefsire ihtiyaç olmasa da bazı aktarımlar yapmanın sizi daha iyi hissettireceğini sanıyorum.

Bu ayetle ilgili Elmalı'nın tefsirine baktığımızda şunu görüyoruz:

“İmdi onları siz katletmediniz, o öldürülen ve yere düşen, enfâli ve ganimeti söz konusu olan müşrikler sizin gücünüzle ve kuvvetinizle ölmüş olmadılar ve lâkin onları Allah katletti, öldürdü. Size emretmek, nusret ve zafer vermek, üzerlerine sizi saldırtmak ve kalblerine korku düşürmek suretiyle hakikatte onları Allah öldürdü.“

İbni Kesir'de ise şunlar geçiyor:

“Allah Teâlâ kulların fiillerinin yaratıcısı olduğunu, onlardan sâdır olan her bir hayırdan dolayı hamd edilen olduğunu beyân buyurur, Zîrâ onları, bütün bunlara muvaffak kılan ve onlara yardım eden O'dur. Bu sebepledir ki: “Siz öldürmediniz onları, fakat Allah öldürdü.“ buyurmaktadır. Düşmanlarınızın sayısının çokluğu ve sizin sayınızın azlığına rağmen düşmanlarınızı siz kendi güç ve kuvvetinizle öldürmüş değilsiniz. Bilakis onlara karşı sizi muzaffer kılan, Allah'tır. Nitekim başka âyetlerde şöyle buyurmaktadır: “Andolsun ki siz düşkün bir durumda iken Bedir'de Allah size katî bir zafer vermişti.“ (Âl-i İmrân, 123)...

Böylece Allah Teâlâ zaferlerin sayı çokluğuyla, zırh ve silah kuşanmayla, hazırlıklarla olmadığını, zafer ve yardımın, ancak Allah katından olduğunu bildiriyor. Nitekim başka bir âyette de şöyle buyurur : “Nice az topluluk, Allah'ın izniyle pek çok topluluğu yenmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir.“ (Bakara, 249).“

Kaldı ki bırakalım Allah'ın bu kadar açık gözle görülür bir şekilde kazandırdığı bir savaşı, hiçbir mümin bir başarıyı kendinden bilmez ama Allah'tan olduğunu bilir. Herhangi bir zafer, başarı elde edildiğinde; “Allah'ım sana şükürler olsun, Allah'ım bu senin lutfundur“ denmesinin

veya her konuda inşaallah (Şayet Allah dilerse) denmesinin sebebi de bundandır. Çünkü tüm parametrelerin Sahibi olan Allah tek bir parametreyi bile bozsa en iyi olduğun konuda en büyük hezimeti alman kaçınılmazdır. Yoksa, haşa aslında başarıyı elde eden biziz de haşa Allah'a yaranmak için söylenmiyor bu sözler. Yine konuyla ilgili Kur'an'dan bir ayet:

“Sana bir güzellik isabet etmez ki ancak Allah'tandır. Sana bir kötülük isabet etmez ki ancak kendindendir. Biz seni insanlara bir Resul olarak gönderdik. Allah şahit olarak yeter.“ (Nisa (4)/79)

Bunlar çok temel şeyler. Allah'ın vasıflarını, gücünü, kudretini Kur'an'da yazdığı şekliyle az çok bilen herkesin bileceği şeyler. Kur'an'da, insanın özgür bırakıldığı seçim alanı dışında her şeyin tamamen Allah'ın kontrolünde olduğuna dair bir çok ayet var.

İslam'da insanların özgür seçim hakları vardır ancak olayların gelişimi ve sonuçlar tamamen Allah'ın kontrolündedir. Hiçbir olay haşa başı boş bırakılmamıştır (Bir yaprağın düşmesi bile). İslam'da bu böyledir.

Mesela Allah müminlerin kalbine korku düşürseydi, müşriklere melekler göndermese iman edenlere de destek olmasaydı hatta tam tersine müşriklere destek olsaydı, sizce bir mümin ok atabilir ve bir kafiri öldürebilir miydi? Nitekim Huneyn'de bazı müslümanların az da olsa tamamen Allah'a değil de ordunun gücüne dair bir güven hissetmesi felaket sonuçlar doğurmak üzereyken yine Allah yardımı ve desteğiyle müminleri korudu. Kur'an'da konuyla ilgili olarak; “Çokluğunuz sizi şaşırtmıştı“ buyurulmaktadır.“

SORU

Web sitenizi uzun zamandır takip ediyorum. Kitap serinizin tamamını aldım ve yarısını bitirdim. Zihin okuma, görüntü aktarımı, zihin kontrolü, fikir aşılama, yönlendirme, zihni saldırı, zihinsel haberleşme, rüyaya müdahale vs konuları araştırıyorum. Başıma gelen olaylar yüzünden korunmaya çalışıyorum. Bu tip güçleri cin-şeytanlar dışında (cadılık, medyumluk) ilmi ledün şeklinde Allah'ın lütfuyla kazanan insanlar (Musa ve Bir Kul kıssası) var mıdır? Etrafımda bu tip insanlar çoğalmaya başladı. Ben pek hayırlı örneğini göremedim. Gerek birilerinden uyumlanıp, gerek tarikatlara girip, gerekse esma çalışmaları ile bu güçleri kazananlar var. Bakara suresi 11. ayet ve En'am suresi 128. ayet geliyor aklıma. Ben uzak durmaya ve korunmaya çalışıyorum.

CEVAP

Sitemizi ve kitaplarımızı, özellikle “İblisin İslam’a Tuzağı: Tasavvuf Felsefesi” kitabımızı okursanız “gerçeği” ve “yalanı” kavrarsınız. Pek tabii “İslam” olanı ve “Olmayan”ı(Şirki), öncelikle kavramış olmak elzemdir. Araştırdığınızı söylediğiniz konularla ilgili dikkatinizi celbeden “insanlar” ve onların “maharetleri” konusuna gelince; bu gösterilerin tamamı İblis kökenli olup; sureti haktan gösterilen şarlatanlıklardır. Önce bu zevat “gerçek İslam”ı öğrensinler ve gerçek anlamda “Allah’a teslim olsunlar”… Aklınıza gelen 2/11 ve 6/128 ayetlerine, onlarca ayet ve onlarca sahih hadis ilave edilebilir…

1) Bu konular, yarı müteşâbih olup, pozitif ilmin konusudurlar; ilim geliştikçe bu konularda ne olup olamayacağı; Allah’ın neye müsaade edip etmediği ortaya çıkar. Ancak pozitif ilimle ulaştığınız bazı sonuçlar ve eylemler, insana, insanlığa ve imtihana zarar verebileceği için yasaklanmış olabilir, buna dikkat etmek gerekir... Bu da ayrı bir konu…

2) Kur’an’daki “bir köle” halk arasında “Hızır” diye bilinen “İdris”dir. Tevrat’ta geçen “Hanok-Enok”... İdris, Allah’a dillere destan köleliği ile bilinen ve cennete alınan; melek boyutuna çıkartılan; dünyadaki olaylarda İsrailoğullarının mücadelesinde de rol alan; Türk tarihinde “Oğuz Han”ı aydınlatan; yükselmeden önce açıkça, yükseldikten sonrada kapalı-örtülü Elçilik yapan O’dur. Hatta bize göre Zülkarneyn’de O’dur. Bu güzel insanın insanlık tarihinde bir eşi olmamıştır, olması da imkân dahilinde gözükmüyor.

İdris’in Cinler alemindeki karşılığı bilindiği gibi “Azaz-El(El’in şereflisi)” dir. Bu ne yapmıştır? Melek boyutuna çıkarılmayı hazmedememiş; kibirlenmiş; “İtaat”ten çıkmış “İblis(Ümitsiz)” olmuştur. Dün ve bugün insanoğluna hazırlanan tuzakların arkasında hep o vardır. Sizin dikkatinizi çeken bu olayın(tuzağın) arkasındaki alçak da odur...

3) “İlmi Ledûn”ün istismarı, dünyada boyut yükseltme; “melek olma” yalanının pazarlanması; hatta tüm Mısır-Hint felsefelerinin ve de Tasavvuf

felsefesindeki kavramların arkasında o şizofrenik sapık vardır. Amacı tüm şirk dinlerinin mensuplarını bir “Havuz(New Age Havuz)”una toplamak ve “Mesih İsa”ymış gibi maddi ve manevi oğlu Deccal’e bağlamak…

4) Bugünkü genel geçer “Şirk dini”ni lütfen sorgulayın, sitemizdeki İslam bölümündeki yazıları ve ayetleri tekrar tekrar okuyunuz. Bugün şirk bataklığında yüzen insanları, lütfen İdris ile birlikte zikretmeyiniz. “Son Din: “Kur’an İslamı” Buharlaştı Mı?” yazımızı tekraren okuyunuz. Bugün herkese düşen, başkalarına “Din-Bilim” satmak değil, “kendi kurtuluşuna” bakmaktır. Bugün en büyük yanılgı, kendisini “Kur’an dışı kaynaklar” la yahut İslam alimi(!) varsayımı ile besleyen insanların, kendi kurtuluşlarını başkalarına havale etmesi ve dinini ciddiye almamasıdır. Selam ve hidayet dileğiyle…

SORU

Selamlar...

Videolarınızda küçük çocuklar ilahi söylüyor. Allah onları salihlerden etsin.. Onların gözlerinden öpüyorum. Ağızlarina sağlık..

Videoda Nebi Eyyüb’ün "sabrı" geçiyor. Ve bu sabrın sonucunda, Allah’ın onu övmesine sebep oluyormuş. (Yanlis değilsem?) Bu sabir nasil bi sabır? Bu sorudan önce tabii ki biraz başka yerlerde baktım. Ama bu olaya çok önem verdiğinizi düşünerek sizden dinlemek istiyorum. Teşekkürler.. Allah daha çok güzel, faydalı çalışmalar nasip etsin.

CEVAP

Eyyub’un İmtihanı/Vahyin Kesilmesi/Eyyub’un Sabrı

Eyyub Peygamber çok zengin ve başarılı bir Peygamber iken arka arkaya gelen ibretli-açık felaketlerle önce tüm mallarını, sonra çocuklarını kaybeder. Taberi’ye göre; Eyyub, Rum kavminden; yani Esav’ın soyundandır. O’nun soy zinciri; Eyyub bin Musa bin Razeh bin İs(Esav) bin İshak bin İbrahim’dir. Şam’da Beşeriye köyü doğu ve batısıyla Eyyub’a aittir. Annesi Lut bin Haran’ın kızıdır. Başka bir rivayete göre Efraim bin Yusuf bin Yakub’un kızı Rehme’dir.

Eyyub peygamberin, 7000 koyunu, 3000 devesi, 500 çift öküzü, 500 dişi eşeği ve pek çok kölesi, 7 oğlu, 3 kızı bulunmaktaydı.

Peygamberler de belalarla denenir, hatalar yaparlar ve hataları Allah tarafından doğrudan yahut dolaylı yoldan düzeltilir. Eyyub Peygamber, önce mal varlığını, sonra evlatlarını kaybetmiş ve arkasından da “Vahiy” kesilmiştir. Bu şok yıkım, peygamber de olsa beşeri çökertecek vahim yıkıntıdır. Hele ortada açık bir hata gözükmüyorken, insanoğlunun bu durumla baş etmesi hiç de kolay değildir. Unutulmasın Eyyub Peygamberin asıl belini büken mal ve evlatlarını kaybetmesi değil, “Vahyin” kesilmesidir. Yaşadığı depresyonun asıl sebebi de budur. Meseleyi anlamaya çalışan Eyyub’u bu derin keder anında suçlayan Şeytan, O’nun bu kederini azaba dönüştürmüş ve adeta kahrolmasına sebep olmuştur.

“Kölemiz Eyyub'u da hatırla ki; o, Rabb'ine seslenmişti: “Muhakkak şeytan, bana hileyle yorgunluk ve azap dokundurdu.“

[SAD(38)/41]

“Eyyub Rabb’ine seslendiği zaman (dedi ki:) “Muhakkak bana bir zarar dokundu. Ve Sen acıyanların en merhametlisisin.

“[ENBİYA(21)/83]

Eyyub Peygamber, süresi tam bilinmese de tahmini 10-18 yıl gittikçe ağırlaşan kahredici bir “depresyon” ve onun doğurduğu şiddetli acı ve sıkıntılar yaşamıştır. Bu şok darbeleri kim alsa elbette şaşkına döner. Eyyub Peygamberi kahreden, arka arkaya gelen belalarla beraber, “Vahyin” kesilmesini açıklıyamıyor ve hatasını arayıp bulamıyor olmasıdır. Diğer taraftan da Şeytan’ın, O’nu çökertmek için acımasız saldırısı yahut suçlamasıdır. Yine zaman geçip sağlığı iyice bozulunca da, kendisini sözde tasdik etmiş “münafıklar”ın, kendisini ziyaret ederek O’nunla tartışıp suçlamalarıdır. Böylece beyninde başlayan ve vücuduna yayılan acı ve ızdırabın içinden çıkılmaz hale gelmesidir.

Bu acı ve sıkıntılara karşı sabrı ve Allah’a bağlılığının devam etmesi dillere destan olsa da; biz O’nun bu imtihanının altında yatan “hikmete-gerçeğe” işaret edeceğiz. Bütün varlığını, arka arkaya kaybeden ve “Vahyin” kesilmesiyle kahrolan Eyyub’un bu duruma düşmesine sebep olan HATASI neydi?

Uzun bir süre Eyyub Peygamberin bu “gerçeği” anlamasını bekleyen Rabb’ül Alemin, Eyyub’la tekrar konuşmaya başlayınca “gerçekler” ortaya çıkıyor. İşte o anahtar ifadeler:

Allah diyor ki: “….Şimdi kuşağını beline vur, erkek gibi, sana sorayım da Bana anlat. “Hükmümü” de sen boşa mı çıkaracaksın? Haklı çıkarılasın diye Beni mi suçlu çıkarıyorsun? Öfkenin taşkınlığını boşalt ve her “kibirliye” bakıp onu “alçalt”. Her kibirliye bakıp onu “çökert” ve oldukları yerde kötüleri ayak altında çiğne.”

“Bu arada onları toprağa gizle, gizli yerde yüzlerine sargı sar. O zaman Ben de seni “ÖVERİM”, sağ elin seni kurtarabilir diye…” (Kitab-ı Mukaddes, Eyub, Bap: 40/7-14)

1) Yüce Allah’ın her hükmü, acı-ızdırap verse de Hak’tır, tartışılmaz. Ancak insan aklı, nefsin acı çekmesi durumunda tarafsız olamıyor. Başkasının başına gelmiş olsa gerçeği tarafsız olarak görüp, Hakk’ı tavsiye edebiliyorken; kendisine dokunan acı ve sıkıntılara katlanması gerçeğini kavrayamıyor, tahammül edemiyor.

2) Eyyub da düştüğü durumu açıklayamıyor, anlayamıyor, suçlandığı (ya da günahkar-suçlu durumuna düştüğü) için kahroluyor ve Allah’a karşı serzenişi, siteme dönüşüyor.

3) Düştüğü dramatik durumun ızdırabıyla ve öfkesiyle sitemde ileri giderek, adeta haklı çıkmaya çalışıyor. Dramatik çaresizlik!...”

4) Bu güzel Peygamber’in; İyilik ve Cömertlik Peygamberi’nin “saklı kusuru”; etrafındaki münafık ve kibirli takipçilerine karşı mücadele ve maskelerini düşürmede zayıflıktır. Bunun yerine onlar adına “infakta” bulunmak! Bu zayıf bir yoldur. Allah’a karşı saygısızlık edenlerin günahları Allah’ın verdiği maldan infak edilerek kapatılamaz. Bu sebepledir ki, kibirlilerle mücadelede; “alçaltma”, “ayak altına alma” ve “çökertme” anlamında mücadele etmediği için Eyyub peygamberin bu kişilerce “iyi görülmesi” önemli bir “kusur”dur.

5) Nitekim Yüce Allah da nazire olarak diyor ki; “bu etrafındaki kibirli kimseleri; toprağa gömseydin, gizli yerde yüzlerini kapatsaydın, Ben de seni över, “sağ elinin seni kurtarması”na müsaade ederdim. (Sağ el: Sadaka veren eldir. Eyyub, çocuklarının yahut ashabının günahlarına kefaret olması için sürekli sadaka vermektedir. Sağ elin verdiği gizli sadaka her ne kadar çok önemli ise de; kibirlilerle, maskeli münafıklarla Allah için mücadele etmek çok daha önemlidir.)

Bundan sonraki konuşmasında Yüce Rabb’imiz sürekli “gücünü” ve “yarattığı güçlü, anlaşılması zor yaratılışı” açıklayarak; Güç-Kudret-Rızık BENDE… Sen BENİM verdiğim NİMETİ-GÜC’Ü kullanıyorsun. Etrafındaki birileri “seni bu sebeple seviyor ya da iyi görüyor”, bu gücü elinden alınca bak nasıl, senin karşına dikilecekler! Ve de öyle oldu!

6) Eyyub’a iman etmiş 3 kişi (Büldad, Elyefuz, Safir), Eyyub bu çöküntüyü yaşarken, O’nunla tartışıp suçlayarak, O’nu terkettiler. Eyyub’un “sağ eli” güzel çalışıyor ancak orada bir “boşluk” var. Nitekim kendisini suçlayan yukarıdaki ashabından birisi şöyle der: “Allah daha iyi biliyorya, Eyyub, insanlardan hiçbir kimsenin işlemediği bir günahı işlemiştir.”

Eyyub’un buna cevabı: “Senin dediğin hakkında bir bilgim yok, ancak Azze ve Celle bilir ki: ben çekişen ve (çekişme esnasında) Allah’ın adını anan iki kişinin yanından geçtiğimde; evime döner, onların yerine “KEFARET” verirdim. Bunu da Allah’ın adının Hak dışında anılmasını kerih gördüğüm için yapardım.”

7) Eyyub’un durumuna benzer bir depresif durumu yaşayan her hak adamı; “çok çabuk kendisinin değersizliği” sonucuna varır ve cezalandırıldığını düşünür. Çekilen ızdırabın derinliği ve süresi, kendisinin olumlu-hak yoldaki geçmişini ve Allah’ın kendisine lütuflarını çabucak unutmasına sebep olur ya da şeytan tarafından unutturulur. Allah’ın bu “büyük bela”yı onu TEZKİYE etmek için ve “mertebesini yükseltmek” için verdiğinin “sevincini ve olumlu etkisini hissedemez” ya da göremeyecek kadar “zihni dağılır.”

SONUÇ

Eyyub’un imtihanı; hem bu “boşluğu” görüp gidermesi ve hem de “mertebesi”nin yükselmesi içindir. Nitekim bu sınavı Allah’ın yardımıyla geçen Eyyub Peygamberi, Allah sağlığına kavuşturur ve evladını, malını misliyle ziyade ederek mertebesini yükseltir ve böylece “Eyyub Sabrı” abidler ve akıl sahipleri için bir zikir-öğüt olur.

“Biz ona icabet ettik.Ve Biz ondan zararı-ısdırabı kaldırdık. Ve ona ehlini ve onlarla beraber bir mislini katımızdan rahmet olarak verdik. Ve abidler için de bir zikir-hatırlatma kıldık.“

[ENBİYA(21)/84]

(Biz, ona dedik ki:) “Ayağını vur! İşte yıkanacak ve içecek soğuk (su).“

Biz ona ehlini ve onlarla beraber bir mislini Kendimizden rahmet olarak verdik.Ve akıl sahipleri için de bir zikir-hatırlatma kıldık.

[SAD(38)/42-43]

SORU

Selamlar tüm YS ekibine ve takipçilerine.. New age camiasından sayenizde kurtulduk ama bir şey dikkatimi çekti.. "Yüksek Benlik hakkında hiç bir yazınız yok aratmama rağmen bulamadım buldugumda yeterli değildi.. Oysa ki insanlar adeta birbirleriyle yarışıyorlar yüksek benliğe ulaşmak için bu konu hakkında affınıza sığınaraktan bilginize başvurmak istedim.. Şimdiden teşekkür ederim her şey için..

CEVAP

İblis hangi yalanlarla Adem’i kandırdı ise bugün de aynı-benzer kavramları kullanarak Adem’in çocuklarını kandırıyor.

Adem cennetteyken İblis yemin ederek ne diyor? “Yasaklanan ağacın meyvesinden yerseniz ‘melek’ olursunuz (boyut atlarsınız-melek olursunuz) ve böylece cennette ebedi kalır, ölümsüz olursunuz.”

Bugün ise hangi kavramları kullanarak dostlarını kandırıyor? “Önceleri siz “tanrı”sınız, aynanın karşısına geçip: ”Ben benim, ben tanrıyım deyin” diyordu. Daha sonra sizin DNA’nız 12 sarmallıdır, “melek boyutu”nuz saklıdır, bizimle işbirliği yaparsanız; “meditasyon” yapar, bize elinizi uzatırsanız, biz sizi “melek boyutu”na çıkarırız; boyut atlarsınız.

Bütün bunlar bir hazırlık aşamasıydı. Şimdi ne diyor? “Yüksek benliğe geçmelisiniz, yüksek benlik sizin özünüz, sizsiniz. Bu aşamaya gelir yüksek benliğinizle konuşursanız, o sizi yönetir yönlendirir.

İşte İblis’in yayın organı olarak çalışan “Koşulsuz Sevgi” adlı siteden bir alıntı:

“Size bir isim verilecek, bu isim bundan sonraki on bir gün boyunca Yüksek Benliğinizle birlikte sizinle çalışacak olan Rehberinizin veya Üstadınızın isimdir. Bu nedenle, yardıma veya rehberliğe ihtiyacınız olduğu zaman, gerekli olan şey her neyse size yardımcı olması için bu Varlığı çağırın… Bu nedenle size anında gelen ismi alın…Onun size gelmesine izin verin. Şimdi bu ismi kendinize dört kez tekrarlayın ve onu kalbinize yerleştirin.”

http://www.kosulsuz-sevgi.com/kanal-mesajlari/ustat-kuthumi/ustat-kuthumi-kendinizi-yuksek-benlik-vasitasiyla-iyilestirmek/

Bu “yüksek benlik yalan etiketi”nin arkasında saklanan bir şeytan vardır. Bu frekans ayarıyla şeytanınızı (sözde yüksek benliğinizi) çağırır onun yönetimine girerseniz, elbette İblis’in görevlendirdiği ve yanınızda dolaşan şeytanın kölesi olmuş olursunuz, bir anlamda “mankurt” olursunuz. Artık Deccal döneminin şeytanlaşmış ve şeytanlar tarafından yönetilen “insan şeytanı” kadrolarda yer almış olursunuz. Sonuçta “kalpleri ve gözleri mühürlü ve lanetli” hale gelmek ve barınağı ebedi cehennem olmak işte budur.

İblis ve hizbi bugün harıl harıl Deccal dönemine kadro devşiriyor. İblis, Deccal döneminde cahil-ahmak insanoğlunu bu “insan şeytanı kadrolar”la yönetecektir.

“KUR’AN DİYOR Kİ: ”ŞEYTAN SİZİN DÜŞMANINIZ SİZ DE ONA DÜŞMAN OLUN” başlığı altında Kur’an’dan derlediğimiz ayetlerden bu konuyu açıklayan bir bölüm:

“(Allah) dedi ki: “Ey Adem, sen ve eşin cennete oturun. Siz ikiniz dilediğiniz yerden yiyin; şu ağaca yaklaşmayın! (Şayet yaklaşırsanız), zalimlerden olursunuz.“

Örtülü olan edep yerlerini açığa çıkarmak için şeytan, o ikisine vesvese verdi. (Şeytan) dedi ki: “Rabb'iniz, şu ağaçtan sizi yasaklamıyor, ancak iki melek olursunuz yahut ebedi (cennette) kalıcı olursunuz diye yasaklıyor.“

(Şeytan) o ikisine yemin etti ki: “Muhakkak ben size nasihat edenlerdenim.“

Böylece o ikisini aldatarak düşürdü. Ne zaman ki ağaçtan tattılar, ikisinin de edep yerleri ortaya çıktı. Üzerlerini cennet yapraklarından örtmeye başladılar. Rab'leri, onlara seslendi: “Ben, size şu ağacı yasaklamadım mı? Ve size, şüphesiz şeytan ikinizin de apaçık düşmanıdır demedim mi?“

[ARAF(7)/19-22]

Ey Ademoğulları, şeytan, anne ve babanızın elbiselerini onlardan soyup, edep yerlerini göstererek, cennetten çıkardığı gibi, sizi de 'fitne'ye düşürmesin. Muhakkak o ve kabilesi, sizin onları göremediğiniz bir yerden(boyuttan) sizi görüyor. Muhakkak Biz, şeytanları, iman etmeyenler için dostlar kıldık.

[ARAF(7)/27]

Bir fırka, hidayet üzeredir ve bir fırkanın üzerine de, dalalet(sapkınlık) hak olmuştur. Şüphesiz onlar(sapkınlar), Allah'ın dışında şeytanları dostlar edinmişlerdir ve kendilerini doğru yolda sanmaktadırlar.

[ARAF(7)/30]”

http://www.yaklasansaat.com/cin-seytanlar/seytanlar/kuran_diyorki_seytan_dusmaniniz.asp

Sitemizin neredeyse her yazı ve haberlerinde bu “İblis planı” ya açıklanmış ya da bu tuzağa temas edilmiştir. İşte Tasavvuf’la ilgili araştırma yazımız yahut kitabımızdan bazı paragraflar:

“Hiçbir varlık, bir “alt boyut“tan, “üst boyut“a çıkma yeteneğine sahip değildir. İnsanlar da; Allah'ın yükseltmesi hariç, bir “alt boyut“tan “üst boyut“a yükselemezler. Cin olamazlar, melek olamazlar, haşa Tanrı hiç olamazlar. Böyle olacağı yalanının kaynağı İblis'tir. Önce Adem'i kandırarak, cennetten kaydırdı. Şimdi de insanlığı, bu yaldızlı yalanla kandırarak, cehenneme sürüklemektedir.”

“Tasavvuf Felsefesi“ndeki “Allah'a seyru suluk“, “enel hak“, “ben O'yum“ vs. benzeri sözler, İblis kökenli azim iftiralardır. İnsan, değil Tanrı boyutuna çıkmak, melek olamaz, bir üst boyuta çıkamaz. Hiçbir zaman “tam-hatasız“ anlamında kamil olamaz, “mutlak kamil olan Allah“tır. Tüm peygamberler ve gerçek Allah dostları, hatalı-kusurlu ve eksiktirler ve mutlak kamil olan Allah'ın rahmetine muhtaçtırlar.”

“Vahdeti vücutcu tasavvuf“un, Allah'la-insan arasında kurduğu “bütün-parça“, “zat-suret“, “ben, o; o, ben“ ilişkisi en büyük şeytanca yalandır. İblis, dün nasıl tasavvuf yoluyla İslam toplumlarını ifsad ettiyse; bugün de Başmelek Mikail postuna bürünerek Batı toplumlarını, aynen Adem'i kandırdığı gibi kandırmaya çalışıyor ve başarılı da oluyor. Ne diyor? “Sizde Tanrılık saklı, bize itaat eder, meditasyon yapar ve sizin rehberleriniz olmamıza izin verirseniz, size boyut atlatır, Tanrılık boyutuna çıkarırız.“ Bu şeytan sözleri, tasavvuftaki “fenafillah“ın kestirme yolu.. Bugün dünyada; özellikle ABD'de milyonlarca insan, bu “melek olma, Tanrı olma yalanı“ peşinde koşmaktadır. Vah zavallı kibirli aldanmışlar vah!...Taktik aynı taktik... İblis, Adem'e kurduğu tuzağı, onun çocuklarına da aynen kuruyor ve işletiyor. Heyhat nerde ders, nerde ibret!”

http://www.yaklasansaat.com/dinler/iblisin_islama_tuzagi_tasavvuf_felsefesi.asp

Özellikle şeytani ve tasavvufi kavramlar konusunda aşağıdaki yazımıza da bakılabilir:

http://www.yaklasansaat.com/dinler/vahdeti-vucut-new-age-felsefesi.asp

Uyarı:

( “Koşulsuz Sevgi” yalnız başına tam anlamıyla Allah’ı ve O’nun sistemini reddetmektir. Hak sevgi “koşulludur”. Sevginin kaynağı da, öznesi de Allah’tır. Gerçek Müslüman, Allah’ı ve O’nun sevdiklerini sever, Allah’ın sevmediklerini de sevmez. Allah müşrikleri sevmez, “müşrikleri necis olarak görür.” Müslümanın sevgisi koşulludur. Koşulu da Allah Tayin eder.)

SORU

"İblis ve hizbi bugün harıl harıl Deccal dönemine kadro devşiriyor. İblis, Deccal döneminde cahil-ahmak insanoğlunu bu “insan şeytanı kadrolar”la yönetecektir" demişsiniz. Bu kadrolar şuan yetiştiriliyorsa Deccal döneminin çok uzak olmadığını söyleyebilir miyiz? Veya siz neye dayanarak böyle yazdınız? Bunu anlatan bir yazınız var mı acaba? İyi çalışmalar.

CEVAP

Sizin sorularınıza cevap olacak bir hadisi takdim ediyoruz. Umarız bu hadisi inceleyip; “ehlas“, “serra“ fitneleri ve “oturağı yamuk adamın fitnesi“ konusunda ve de Deccal zamanı konusunda da bir sonuca varırsınız. YS, tüm görüşlerinde ve projeksiyonlarında “HAKK'a ve gerçek

ilme“ dayanır. Zamanı geldiğine inandığında da “Hakk gerçekleri“ ortaya koymaya devam eder. Aynı zamanda “Aklını kullanan“ ve “samimi olan“ herkesin sorularına cevap vermeye de hazırdır. İşte sorunuza cevap teşkil edecek delillerden birisi:

Abdullah bin Ömer şöyle demiştir:

“Biz Resulullah(s.a.v.)in yanında oturuyorduk. Ehlas fitnesine kadar (YS'deki) fitnelerden uzunca bahsetti. Bir sözcü: “Ey Allah'ın Resulü, ehlas(korku) fitnesi nedir“, dedi.

Resulullah(sav):

“O, insanların

birbirinden kaçması, malının ve ehlinin yağma edilmesidir.

Sonra serra(sevinç) fitnesi olacak. Bu fitne benim ehl-i beytimden, benden olduğunu zanneden ama aslında benden olmayan bir adamın ayakları altından yayılacaktır. Gerçekten benim dostlarım Allah'tan korkanlardır.

Sonra insanlar, eğri tek kaburga kemiği üzerine oturağını korcasına eğreti(oturan) bir kimse ile anlaşacaklar.

Sonra siyah duhayme(karanlık) bir fitne kopacak, bu ümmetten tokatlamadığı (zararının dokunmadığı) hiçbir kimse kalmayacak. Fitne bitti denildiğinde devam edip yaygınlaşacak. O fitne içerisinde kişi, mü'min

olarak sabahlayacak, kâfir olarak akşamlayacak, hatta insanlar iki ayrı büyük şehire toplanacaklar. Bu şehirlerden birisi iman şehridir. Orada münafıklık yoktur. Birisi münafıklık şehridir, orada iman yoktur. Bu olaylar olduğu zaman, o gün veya ertesi gün Deccal'ın gelişini bekleyin.“

(Ebu Davud, C5, Bab: Kitabu'l-Melahim, Hno: 4242)

SORU

Selamlar,

Bilmiyorum rahatsız ediyormuyum, veya daha önemli çalışmalaranıza engel oluyormuyum.

-affedin- Bu hadisi okurken içim ürperdi.

“Kafir olarak akşamlayacak, mümin olarak sabahlayacak”

Bir gün içerisinde nasıl oluyor bu? Gerçekten korkutucu. Biraz açıklarmısınız.

CEVAP

Keşke herkes senin gibi duyarlı olsa da kendisi için hayati soruları sorsa… Bu hadisle ilgili yapacağımız yorumlar umuyoruz ki çok daha şaşırtıcı ve korkutucu olacaktır. Bu hadise yakından bakarsak; sırayla fitneleri numaralarsak şunları görürüz:

1) “Ey Allah'ın Resulü, Ehlas(korku) fitnesi nedir, dedi. Resulullah(s.a.v.), o insanların birbirinden kaçması, malının ve ehlinin yağma edilmesidir.”

“Ehlas fitnesi” tamı tamına Ortadoğu’da Arap baharı palavrasıyla ortaya çıkan fitnedir. Özelliklede Suriye iç savaşıdır. ““ ifadeleri tamı tamına Ehlas fitnesini karakterize etmektedir. ““(Herebun): Kaçmak, uzaklaşmak, ülkeyi terk edip mülteci olmaktır. ““(Harbun) ise tamı tamına iç savaş ve savaştır.

2) “Sonra Serra(sevinç) fitnesi olacak. Bu fitne benim ehl-i beytimden, benden olduğunu zanneden ama aslında benden olmayan bir adamın ayakları altından yayılacaktır. Gerçekten benim dostlarım Allah'tan korkanlardır.”

“Serra fitnesi” tamı tamına ismi zikredilmeyecek kadar sefil ve zihnen İblis gibi sakat olan bir zattır ki, kendisini sürekli peygamber ehli beytine atfetmekteydi ve bugün içerdedir.

3) “Sonra insanlar, eğri tek kaburga kemiği üzerine oturağını korcasına eğreti(oturan) bir kimse ile anlaşacaklar. “

Bu adam küresel efendilerin ve dolayısıyla İblis’in kucağında oturan ve İblis’den daha zararlı bir adamdır ve o “Ğaylan”dır. İslam düşmanları ve sözde Müslüman geçinen müşrik Araplar, Küresel Güç adına onunla anlaşmışlardır. Bugün itibariyle, küresel efendilerinin kendisine tahsis ettiği bir sarayda oturmaktadır.

4) “Sonra siyah Duheyma(karanlık) bir fitne kopacak, bu ümmetten tokatlamadığı (zararının dokunmadığı) hiçbir kimse kalmayacak. Fitne bitti denildiğinde devam edip yaygınlaşacak. O fitne içerisinde kişi, mü'min olarak sabahlayacak, kâfir olarak akşamlayacak, hatta insanlar iki ayrı büyük şehre toplanacaklar. Bu şehirlerden birisi iman şehridir. Orada münafıklık yoktur. Birisi münafıklık şehridir, orada iman yoktur. Bu olaylar olduğu zaman, o gün veya ertesi gün Deccal'in gelişini bekleyin.“

“Duheyma(karanlık)fitne”, İblis’in Şia’dan devşirdiği bir “Mehdi” dir ki çıkması çok yakındır. Çıkmasına muhtemelen İran-Suud savaşı eşlik edecektir. Çıktığında Ortadoğu’yu ve Arap Yarımadasını kan gölüne çevirecektir. İşte Deccal habercisi en büyük fitne, insanların peşine takılacağı, şaşkına döneceği, ümmetten dokunmadık kimsenin kalmayacağı en büyük fitne de budur.

Bu yorumumuzun başka hadis kanıtlarına, konuyu uzatmamak için yer vermedik.

SORU

Tüm YS ekibine ve takipçilerine selamlar.. Bir şey sormak istiyordum, 40 günde 40 bin Ayetel Kürsi okununca kalp gözü açılıp, insan uyanıyormuş diye bir bilginin peşindeyim, size bir danışmak istedim.. Uyanmak nedir, kalp gözü nedir? Ölmeden evvel uyanmakla mı mükellefiz, yoksa safsatadan ibaret bir şey mi? Bu konularda yardımcı olursanız sevinirim şimdiden teşekkür ederim her şey için.

Ben aslında hayat amacını arayan garip bir insandım. Araştırmam aztek-mayalarla başladı, New age camiasıyla devam etti, sonrada yol bu siteye çıktı. Araştırmam Kuran-ı Kerimle son buldu.. Bu Ayetel Kürsi bilgisine yeni ulaştım, siteyi aratmama rağmen geçerli bir sonuca ulaşamadım, en son çare olarak foruma sorma gereği duydum.. Gözümden kaçırdıysam özürdilerim, yahut rahatsız ettiysem tekrardan özürdilerim.

CEVAP

Öncelikle şunu biliniz ki; sizin yahut başka birisinin samimiyetle sorduğu sorular bizi rahatsız etmez, aksine samimiyetle gerçeği-hakkı arayanlar, bizi memnun eder ve cevap vermekten kaçınmayız. Nitekim Bir köle de asıl peşinde olunması gereken “temel gerçeği” kaynaklarıyla birlikte ortaya koymuş ve “kalp gözünün açılmasının” ne anlama geldiğini güzel bir şekilde ifade etmiştir.

Ancak sizin amacınız ne, o çok net değil, “şirksiz İslam”ı mı soruyor-arıyorsunuz, yoksa “Allah’a ibadeti ve Allah’a zikir yoluyla yaklaşmayı“mı soruyorsunuz?

1) Şunu bilmelisiniz ki gerçek anlamda “teslim” olmadan, yani “şirksiz İslam”a ulaşmadan tüm ameller ve zikirler boştur. İslam’ına şirk bulaştıran bir kimse, milyonlarca kez zikirde bulunsa, amelleri tam olsa da boştur. Değil kalp gözünün açılması; basiret sahibi olması, böyle bir kimse kurtuluşa eremez ve de kaybedenlerden olur.

2) Şirk koşmaksızın Müslüman olan bir adam, ne kadar günah işlese de, amelleri eksik de olsa Allah’ın mağfiretine ulaşabilir. Peygamber’imiz(sav) bir hadisinde; “terazinin bir tarafına İslam’ı-Tevhidi, diğer tarafına amelleri koyarak” bize çok güzel ders veriyor. İslam’ı kabul eden bir kimse, hiçbir amel yapamadan ölürse cennete gider. Hayatı boyunca iyi ameller yapan birisi ise şirke bulaştığı taktirde kaybedenlerden olur.

3) Kişi Aklını işleterek Müslüman olur, Aklını işleterek Mümin olur, Aklını işleterek Muhsin olur ve Muhsin olanın da “kalp gözü(basireti)” açılır. Bugün şirk, İslam coğrafyasını kuşatmış, İblis’in İslam’a Tuzağı: İbni Arabi Tasavvuf Felsefesi”, tarikatlar yoluyla New-Age felsefesine dönüşmüş; boş ibadet ve zikir akılsızlığı beyinleri köreltmiş ve şeytanların istilasına adeta yol açmıştır… Hangi zikirden bahsediyoruz?

4) Unutmayınız “İblis ve avenesi“, “abidleri kandırır ancak “alimleri” kandıramaz” hak uyarısını hatırlayalım. Abid, aklını daha az kullanan ve çok ibadet edendir. Alim ise sürekli Aklını işleterek ilim sahibi olandır. Ancak bugün İslam buharlaşmış, dünya sevgisi kalpleri kuşatmış hangi alimden bahsediyoruz…

5) “Ayet-el Kürsi”, ilk defa burada açıklıyoruz, “İsmi Azam”ı içeren bir ayettir. Kur'an’ın zirve suresi “Bakara”nın zirvesidir. Her gerçek Müslümanın yatarken-kalkarken bunu okuması, Peygamberimiz tarafından tavsiye edilmiştir. Özellikle İblis’in ordusuna karşı bir kalkandır ve korunmadır. Kimin için? Elbette sadece ve sadece gerçek anlamda bir Müslüman için… Müşrik bir kimse 24 saat hiç durmadan Ayet-el Kürsi’yi okusa yahut Allah’ı milyon kere zikretse, değil kalb gözünün açılması, kaybedenlerden olmaya mahkûmdur… Elbette bu faydasız zikirleri teşvik eden ve şeytani etkiler ve yardımlarla; şeyhler, Fetullahlar üreten de İblis’in ta kendisidir.

Şu ve bu ayeti yahut zikri tekrarlayarak “çakralarının(!) açılacağını sanan nice ahmak Müslümanlar(!)” vardır!

6) Şirksiz “İslam-İman” sahiplerinin Rablerini zikirleri ve ibadetleri elbette onlara fayda verir; imanlarını ve basiretlerini artırır, bunda hiçbir şüphe yoktur…

SORU

Ahzap 37’de geçen “Oysa Allah çekinmene daha layıktı” bu ifadeyi sizin yorumunuzla dinlemek istiyorum. Allah’ın bir kölesi elbette O’na sadık olmalıdır; O’ndan çekinmelidir bunu biliyoruz. Şu kısa ömürde bizim İnsanlardan değilde Allah’tan çekinmemiz için, örnekleme yaparak biraz açıklarsanız bize faydalı olacaktır İnşallah.. Teşekkürler.

CEVAP

Sorunuz oldukça önemli ve kolay anlaşılmayan bir meseleye parmak basmış bulunuyorsunuz. Vereceğimiz cevapta, “insanlardan çekinme ya da kınanma” meselesi ve bunun makul ve meşru sınırları açıklanmalıdır. Bu sınırlar ortaya konurken, ”şirk”e düşme tehlikesi üzerinde durulmalıdır. Bu meseleyi açıklarken ilgili Kur’an ayetlerinin tamamına yer vererek, meseleyi bütün yönleriyle ve delilleriyle sunmamız, takdir edersiniz ki bir kitap hacmini aşar. Bu nedenle konuya açıklık getirmek için yine maddeler halinde tespitlerde bulunarak, kestirme bir yol izleyeceğiz.

1) İslam’da; “cezalandırılma ve kınanma korkusu”nun ya da “utanma-çekinme duygusu”nun kaynağı, prensip olarak ve de mutlak anlamda elbette Allah’a aittir.

2) İnsanın yaratılışında-fıtratında “utanma-çekinme” duygusu vardır. Şayet bu olmasaydı, insanoğlunun bugünkü hali aranır olur, insanlık daha hızlı ve akıl almaz bir şekilde şeytanlaşır ve dünya hayatı yaşanmaz olurdu. İnsanoğlunun bu fıtratıdır ki; insanın insandan dahi utanması-çekinmesi dolayısıyla dünya kısmen de olsa yaşanır haldedir.

3) Allah’tan korkmak-çekinmek ve Allah adına kınayanların kınamasından korkup-çekinmek, tabii ki bu konuda meşru sınırı belirlemektedir. Bir Müslümanın, insanların kınamasını önemsememesi yahut insanların muhtemel kınamasından etkilenmemesi, fıtrat itibariyle mümkün değildir. Elbette bir Müslüman, insanların nazarından etkilenir ve de bu bakışı dikkate alır. Ancak bir Müslüman, kınanacağını düşündüğü konuda, Sonsuz Yüce’nin bir “hükmü” yahut “emri” söz konusu ise onu behemehal yerine getirmelidir. Aksi halde “şirk” olur. Yahut Allah’a rağmen insanların kınamasıyla hareket ediyorsa o konuda insanları “ilah” edinmiş olur. Bu hareket tarzı genelse “müşrik” olur. Sadece bir işte-amelde öyle davranıyor ve fakat fark edip genel durumunu düzeltiyorsa, sadece o konuda şirke düşmüş ve de ameli boşa çıkmış olur.

4) Peygamberlerle, normal Müslümanlar arasında bir fark vardır, o da şudur: İnsanlar için normal olabilecek “kınanma ve çekinmeler”, Peygamberler için bir kusur ve hatadır. Bunun bir örneği de 33/37’deki “hata” ve Yüce Rabb’imizin bu hatayı kınaması ve düzeltmesidir. Kur’an’da, Peygamber’imizle ilgili çok sayıda benzer uyarılar ve düzeltmeler mevcuttur. Abese(80), Tahrim(66) süreleri ve 4/105, 6/35, 6/52, 9/43, 10/94, 11/12, 17/73, 17/86, 18/28, 33/1, ayetleri…

Yusuf, 12/42’de; hapisten çıkan arkadaşına; “beni efendinin yanında an” derken, hata yapmıştı ve bu sebeple hapiste biraz daha fazla kalmıştı. Çünkü her şeyi bilen ve gören Rabb’iyle bağlantılı olduğu halde, hapisten çıkmak için bir “sebebe” önem atfetmişti…

5) Bu arada Alemlere Rahmet olarak gelen Son Evrensel Elçi’nin, küçük de olsa çok sayıda hatalarının Kur’an’da zikredilmesi ve düzeltilmesi; Kur’an’ın, Allah’ın vahyi ve Muhammed(sav)in de Hak Elçi olduğunun sayısız kanıtlarından biridir. Kur’an’ın yazarı Muhammed’dir diyen ahmaklara duyurulur…

6) Gelelim 33/4, 33/5, 33/37’ye: Zeyd, Peygamber’imizin özgürleştirdiği manevi oğludur. Müşriklerde, o gün için “manevi oğul”, “gerçek oğul” olarak addediliyor ve manevi oğulun hanımı boşansa da onunla “manevi baba”nın evlenmesi haram sayılıyordu. Allah’u Teala, bu adeti-örfü değiştirmek istemiş ve Elçisi ’ne de, bunu vahiy yoluyla bildirmiştir. Ancak boşama gerçekleşince, Peygamber, Zeyd’den boşanan Zeynep’le evlenmeyi düşünmesine rağmen; müşriklerin-insanların-toplumun ayıplamasından-kınamasından-iftiralarından insan olarak çekiniyordu. Her insan çekinir ve bu durumdan etkilenir. Peygamberin durumu insan olarak normal, ancak Peygamber olarak normal sayılmıyor ve uyarılıyor. Peygamber’in hiç duraksamadan vahye tabi olması beklenmektedir.

Peygamber kınanmayla hareket edip, Allah’ın emrini geciktirecek, yahut bu emre uymayacak olsaydı “Müşrik” olurdu. Böyle bir şey asla söz konusu değildir, sadece insanların iftira ve ayıplaması endişesini kısa süreli yaşamıştır. Tabii ki bu insani bir durumdur. Peygamber olduğu için Sonsuz Yüce Rabb’imiz, kısa bir anlık da olsa bu endişeyi hata sayıp düzeltmiştir.

7) Yeri gelmişken bir hususa daha açıklık getirmemiz gerekir ki oda; Peygamberler robot değildir, insanlar gibi imtihana tabiidir. Hata işleyebildikleri gibi, itaatten çıkarak şirke düşenler de olmuştur. Bu tespitimize iki örnek Adem ve Yunus’tur. Bu ikisi de suçlarını itiraf edip Rabb’lerine dönmüşler ve bağışlanmışlardır.

Maalesef bugünün “din anlayışı”; “Peygamberler”i, ”Sahabeleri” ve de “din önderleri”ni sürekli kutsayarak şirke dönüştüğü için bu gerçeğe kör olmuştur.

SORU

Merhaba, Ye'cuc Me'cuc yazınız gerçekten etkileyici. Fakat Orhun yazıtlarının kuzey yüzü ile ilgili hiç bir şey yazılmayışı, Oğuz Kağan-Zülkarneyn benzerliğine değinilmemesi dikkatimi çekti. Nuh tufanı ile ilgili de Kürdistan diyerek bahsedilen bölgeler var. Yanlış anlaşılmak istemem sadece merak ettiğim için soruyorum aydınlatırsanız çok sevinirim.

CEVAP

Orhun yazıtlarında savaş anlatımlarından siz ne anlıyorsunuz ve neyi anlatmak istiyorsunuz açık değil. Yecüc-Mecüc yazımızı iyi okursanız, “Zülkarneyn“in, “Oğuz” değilde “İdris” olduğu görüşümüzü farkedersiniz. Oğuz’un kim olduğu konusunda ki görüşümüz ise bir okuyucunun sorusu üzerine forumda önceden yayınlanmıştı, tekraren aşağıda dikkatinize sunuyoruz.

Nuh Tufanı yazımızda geçen ifade her ne kadar yabancı bir bilim adamına ait olsa da düzeltilmiştir. Hassasiyetinize teşekkür ederiz.

“Sayın Bir köle,

Bu konu tabii ki tarihi bilginin ışığında, tarihi yorumlarımızı ve analizlerimizi içermektedir. Zamanı geldiğinde bu çalışma dosyamız açılabilir. Şimdilik size fikir verecek bazı ipuçları aşağıdadır:

1) İnsanlık tarihi Adem’den-Nuh’a 12.000 yıl, Nuh’dan YS’ye 12.000 yıldır. Oğuz ise tahmini MÖ 5000-6000 yıllarında yaşamıştır.

2) Nuh’un gemisi Cudi’ye oturmuş, Nuhoğulları, Yafes, Sam, Ham soyu buradan dünyaya yayılmıştır. Nuh, Yafes’e, Cudi’nin kuzeyini ve kuzey batısını vermiştir. Yafes ve oğullarının ilk yurdu Anadolu ve Kafkaslardır. Buradan göçler olmuştur, Asya’ya da ilk göç buradan olmuştur. Türklerin anayurdu “Anadolu”dur. Asya ise göç yeridir. Tekrar Asya’dan, Batı’ya-Anadolu’ya ikinci büyük göçler olmuştur.

3) İdris, Yafes oğullarına melek-insan elçisi olarak gönderilmiştir. Çünkü kendisi melek-insandır.

4) Oğuz-Ağuz, doğuştan Müslümandır Oğuz Destanı’na göre… Annesinin ağuz sütünü emmez, ona rüyada görünerek İslam’a çağırır. Babası Müşrik(Kafir) Karahan’ın, Oğuz’la evlendirdiği İslam’ı kabul etmeyen kadınlardan Oğuz ayrılır ve Babasıyla savaşarak onu öldürür ve babası Karahan taraftarlarını(Moğolları), Doğuya sürer. Kendisi tekrar Anayurduna-Batı’ya doğru seferler düzenler.

5) Küçüklüğünden beri ona açık ve kapalı(başka bir formda-kişilikte) rehberlik eden İDRİS’dir. Oğuz’un danışmanı YUŞİ HOCA ve oğlu Gündüz Han’ın danışmanı IRKIL(IRGIL) HOCA muhtemelen İDRİS’dir. Oğuznamelerde geçen DEDE KORKUT yahut KORKUT ATA başlangıç itibariyle muhtemelen İDRİS’dir. Ancak daha sonraki zamanlarda ve İslam dönemlerinde O’nun adına hikayeler ve ibretli deyişler uydurulmuş yahut ilave edilmiştir. YUŞİ: Yaşayan. IRKIL: Kendisine çeken, cezbeden. KORKUT: Korkutan, uyaran. Bu sıfatlar İDRİS’in çok sayıda isimlerinden birkaçıdır. İsrailoğulları’nda da AZRA(ÜZEYR: azarlayan, korkutan) olarak karşımıza çıkar. Bu Babil esaretinden dönen Üzeyir Peygamber değildir.

KUR’AN’da, TEVBE(9)/30’da; “Yahudiler, ÜZEYR(AZRA) Allah’ın oğludur dediler” ayetinde geçen Üzeyr(Azra), İdris’dir. Süleyman’ın, Musa’nın yanındaki “bir köle” de İDRİS’dir. Mısır tarihinde de İDRİS önemli rol oynamıştır. HERMES muhtemelen İDRİS’dir. En doğrusunu Allah bilir.

6) Bu ve benzeri konular insanların daha çok dikkatini çektiği için, asıl mesele olan İSLAM nedir, ne değildir temel konusu önemsenmiyor ve maalesef ihmal ediliyor. Halbuki herkesin kurtuluşu bu temel BİLİNCE bağlıdır. Size de tavsiyemiz, dikkatinizi bütünüyle “İSLAM “a hasretmeniz, SİTE’deki bu konuya ait AYETLERİ ve YAZILARI tekrar tekrar okuyarak yaşam haline getirmenizdir. “

SORU

Hadid Suresi, 22. ayet: Yeryüzünde olan ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (yazılı) olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre pek kolaydır.

Bu ayete bakışınız nasıldır acaba, kader açısından? Biz gerçekten bir matrixin içinde mi yaşıyoruz? Ve yarınlarımız bugünden belli mi, sadece biz zamanı gelince izliyoruz? Bir yorum yapmanız mümkünse cok sevinirdim gerçekten.

Dürüst olmak gerekirse Haddid 22 ve Enfal 17 ayetleri içimi kemiriyor...Yokluk konusu da çabası.

Ama bu sitenin yazılarından sonra her şey bu kadar ortadayken, yinede kemirmesi komik geliyor ama zihnim bir türlü anlayamıyor, hep acabalar içinde kayboluyorum.. Tasavvufla da ilgilenmiyorum bu sitedeki yazılardan sonra ama yinede bu iki ayet aklımı çok zorluyor. Sabah düşündüğüm, akşam yanlış geliyor, akşam düşündüğüm sabah yanlış geliyor. Yani gerçekten zor durumdayım ve ne yapacağım bilemiyorum. Aslında gerçek bu kadar net bir şekilde ortada dururken benim ne düşündüğümün de bir önemi yok ama işte yine de zorlanıyorum.. Saygılar sevgiler..

CEVAP

1) Sayın Orhan, kafanız biraz karışık bu da normal. İblis’in tezgahından kurtulmuşsunuz. Ayrılışınızı fark edince açıktan yaptıklarını siz biliyorsunuz. İblis’in teröristleri şimdi sizi fitneye düşürmek için gizliden saldırıyorlar. Siz farkında olmalısınız, sizi sürekli en zor mesele olan “Kader” konusunda zorluyorlar ve siz farkında olmadan onlarla tartışıyorsunuz. Buradan çıkmalısınız! Siz kendi düşünceniz sanıyorsunuz, aklınıza getirdikleri sorular, size ait değil. Cevap vermeyin! Bu onların son tuzağıdır. Peygamberimiz çok açık uyarıyor:

“İblis şunu kim yarattı, bunu kim yarattı diye sorar, sen Allah dersin, bu sefer derki Allah’ı kim yarattı? Sen deki ben O Allah’a teslim olanlardanım.”

2) Zihinle-mantıkla tartışmak yerine Rabb’ine teslim ol ve sürekli O’na sığın! Nas, Felak ve Ayetel Kürsi’yi oku. Rüyada yahut açıkta bir telkin-etki hissettin mi Besmele ile Allah’a sığın ve sol tarafına tükür ve şeytanları Allah’ın lanetiyle lanetle.

3) 57/22 “Kader”i açıklayan bir ayettir. Kur’an’da ki tüm kaderle ilgili ayetlerin özü-özeti şudur: Sonsuz boyutlu, sonsuz hızlı, sanal enerji olan melekler dahil hiçbir şeye benzemeyen Rabb’imizin ilmi-izni-takdiri olmadan hiçbir hastalık, iyileşme, yaşam-ölüm olmaz. Kaderimiz mutlak anlamda O’nun elindedir, tıp-tedavi tüm ilimler ve sebepler O’nun elindedir. Bize düşen sebeplere İslam’a uygun bir şekilde tevessül etmektir. O’nun izni olmadan bir yaprak düşmez…

8/17 ise gayet açıktır, Sonsuz Yüce Peygamberine diyor ki: Sen atmadın, Sen vurmadın! Kim attı, kim vurdu? Elbette Peygamber attı, ancak atması için gerekli gücü-enerjiyi veren Allah. Kim vurdu? Peygamber vurmuş gözüküyor ancak vurmayı-isabeti sağlayan kim? Elbette Allah’ın yardımı-takdiri… La havle ve la kuvvete illa Billah….

4) Bütün bunlara rağmen Kur’an’da anlayamayacağımız müteşabih ayetleri tartışmayız. Ne yaparız tasdik eder geçeriz. İlmimizin anlamaya kâfi olmadığı hallerde bize düşen tasdiktir, tartışma değil… Kalplerinde maraz olanlar, şeytani etkilere açık olan münafıklar ise tartışarak nefislerine yol açarlar. Bu uyarıların ya da prensiplerin Sonsuz Yüce’nin lütfuyla fayda sağlayacağı umuduyla…

SORU

Son dönemlerde ismi sıkça duyulan İlluminati, Haarp, vb. Ökült örgüt, sistemler hakkında yazı yazmayı düşünüyor musunuz acaba?

Zira yaşadığımız dönemin en büyük silahlarından bir tanesi bilgi kandırmacaları. (Bizlerden daha iyi bilirsiniz) İnsanlara sanki kendi inançları/fikirleri sunuluyormuşçasna bir takım hipnotik dil ve görsel kalıplarla New Age öğretileri empoze edilmeye çalışılıyor, kitle, toplu olarak büyük bir çoğunluğumuz hipnoz altında tutulup adım adım siyonistlerin hedefini kurduğu Zion(Sion) şehrine doğru gidilmesi planlanıyor (planların bozulacağı, o saatin geleceği aşikar)

Güvenebileceğimiz kaynaklardan bu konular hakkında bilgi edinmek çok sevindirici olacaktır.

Beyin kontrolü, Semboller, Ritüeller, Masonik yapılanmalar, 2012 Maya Meseleleri bu konular hakkında inanılmaz bir bilgi kirliliği mevcut. Keza ökült örgütlerin diğer silahlarından biri de Kendileri hakkında asılsız haberleri piyasaya bizzat kendileri tarafından sunulması ve bilgi kirliliği sayesinde insanların neye inanacağını bilememesi. Ayrıca 10 tane bilgi verip bunlardan 9'unu doğru 1 tane yalanı ise üstü örtülmüş, hakikati gizlenmiş olarak insanlara anlatmaları bu yıllar için değil bundan 20-30 sene sonrası için planlanmış bir oyun. Bu kirli işlere aracı olan siyonist menşeili, internette ücretsiz kitap dağıdan her fırsatta Allah'ın güzel ismini çirkin ağızlarından düşürmeyen zat'lar bilinmekte. Her fırsatta A'dan Z'ye bir çok kavramı soyutlaştırmak ve gelecek nesillere unutturmak için cin-şeytanlar tarafından kandırılan garip yüzlü insanlar.

Bize bu konular hakkında da bilgi verebilirseniz çok makbule geçer.

Allah bizi gazaba uğrayanların yolundan uzak tutsun.

Saygılar.

CEVAP

İki kere mail yoluyla ve üçüncüde forma gönderdiğiniz mesajınızda, şeytani küresel efendilerin aldatma ve 9 doğruya 1 yalan katarak beyin kontrolü yöntemlerinden bahsediyorsunuz, haklısınız. Ancak gerçek anlamda İslam'dan uzak ve Kur'an'a şaşı bakanların bu şeytani manipulasyonlardan korunması mümkün gözükmüyor.

İsabetli tespitler yapmış olmanıza rağmen; sizi kuşatan sis perdesini yeterince fark etmediğinizi ifade etmek zorundayız. Şayet sitemizi ve bu konularla ilgili yazıları gerçekten incelemiş olsaydınız, kendi sorularınızı kendiniz cevaplardınız ve bu sis perdesinin arkasındaki New Age felsefesini fark edebilirdiniz.

Samimi ve gerçeği arayan bir araştırmacı olduğunuza inanarak; sizi düşünmeye sevk edecek soru ve tespitlerle dikkatinizi çekmeye çalışacağız:

1) İslam konusundaki hassasiyetlerinize rağmen neden şeytani felsefeninin ve hatta bugünkü New Age İblis dininin en açık tezahürü olan Yunan felsefesinin temsilcilerinden birisinin ismini kullanıyorsunuz?

2) Wake up(uyandırma) ve Zeitgeist projesi, İblis'in propagandasının bir parçasıdır. Maalesef The Arrivals (Gelenler) video serisini hazırlayanlar, ne kadar iyi niyetli olurlarsa olsunlar bu projeden etkilenmiş ve yanıltıcı kavramların tuzağına düşmüş görünüyorlar. Yine Wake Up projesine ve Zeitgeist'e hizmet eden John Perkins'in açıklamalarının kullanılması tuzağa düşüldüğünün başka bir kanıtı. Nitekim İblis'in baş yapıtı olan Matrix'den replikler kullanılmış. Yapımcılar, iyi niyetli de olsa; Küresel Efendileri anlatmak için bu yola başvurmuş da olsalar, bu filmdeki ''İblis'in manifestosu''nu görememiş ve kurt kapanına düşmüşlerdir. Sitemizde “İblis İmzalı Filmler“ arasında yer alan, İblis'in baş yapıtı “Matrix Filminin Analizi“ incelenmiş olsaydı bu kolayca anlaşılırdı.

3) Videolarını izlediğiniz anlaşılan Hint kökenli şeyhin konuşmalarının tamamını izlemiş değiliz, ancak Deccal tanımlaması, anlatımı ve bazı hadislerin tevilleri oldukça rahatsız edicidir... Sanki sizin deyiminizle 9 doğruya bir yanlışı katarak harmanlıyor. Mesela Peygamberimizin, Deccal dönemindeki “zaman karşılaştırmasını“ gerçek anlamından uzaklaştırıyor. Deccal, İngiltere, ABD ve İsrail güç merkezlerince sembolize ediliyor ve adeta soyut bir güce dönüşüyor. Ve yine Mehd'nin çıkışından söz ediliyor. Hangi Mehdi, hangi sahih hadislerde?... Yeterince Mehdi bugüne kadar çıkmadı mı? Şu an her gün Samiri'nin buzağısı gibi böğüren Türk Mehdisi ve çıkmak üzere olan İran-Şia Mehdisi yetmiyor mu?

Mehdi beklentisi, İslam dışıdır ve tasavvuf yoluyla İslam'ın içine enjekte edilmiştir. “Şia'nın amentüsü“nün bir parçası olan “Mehdi anlayışı“, tasavvuf yoluyla tarikatlara sokulmuş ve Deccal planının bir parçası haline getirilmiştir. Yine aynı hoca efendi bu konuşmalarında; “İsa, Ye'cüc-Me'cüc'ü öldürecek“ diyebiliyor!...Ye'cüc-Me'cüc; küresel güç diyebiliyor...Dabbetül Arz, İsrail'dir diyebiliyor... Bütün bunlar, sadcece yanlış, yahut yanılgı değil, maksatlı saptırmalardır...

4) Sonuç olarak, şayet bizim görüşlerimizi anlamak istiyorsanız lütfen aşağıdaki linkleri dikkatle inceleyiniz:

http://www.yaklasansaat.com/dinler/kuran_da_islam.asp

http://www.yaklasansaat.com/dinler/radikalizm_islam_degil_hastaliktir.asp

http://www.yaklasansaat.com/eski_kavimler/yaklasansaat/kurandayaklasansaat.asp

http://www.yaklasansaat.com/dinler/yaklasansaatte-beklenen-mehdi-degil-isadir.asp

http://www.yaklasansaat.com/dinler/iblisin_islama_tuzagi_tasavvuf_felsefesi.asp

http://www.yaklasansaat.com/dinler/vahdeti-vucut-new-age-felsefesi.asp

SORU

Deccal kelimesi Kur'an-ı Kerim'de geçmemektedir. Hz. Peygamber'e nisbet edilen rivayetlerde; "muhatabını aldatmak gayesiyle güzel sözler söyleyen kişi; bir kaşı ve gözü bulunmayan kötü kimse" anlamındaki mesih kelimesiyle birlikte "el-mesihu'd-deccal" ve "mesihu'd-dalale" şeklinde kullanılmıştır.

CEVAP

KUR'AN'DA: “DECCAL“İN ÇIKIŞINA İŞARETLER

Burada “Deccal“in, Kur'an'da izini sürmeye çalışacağız. Sahih Hadis kaynaklarında tekrarlı da olsa; “225 tane “Deccal“i anlatan Sahih Hadis“ bulunmasına rağmen; Kur'an'da açıkça yer almamıştır. Ancak kapalı-saklı olarak “Deccal“e işaret eden bazı ayetler mevcuttur. İşte “Deccal“e işaret ettiğine inandığımız ayetler:

1) 'Allah'a karşı yalan söyleyerek iftira eden'(Deccal)den veya O'nun(Allah'ın) ayetlerini yalanlayandan daha zalim kimdir? Muhakkak o, iflah etmez zalimlerdendir.

[EN'AM(6)/21]

'Allah'a karşı yalan söyleyerek iftira eden'(Deccal)den, yahut ona Hak geldiği vakit Hakk'ı yalanlayandan daha zalim kimdir? Kafirler için cehennem bir barınak değil midir?

[ANKEBUT(29)/68]

“Deccal“, çokça yalan söyleyen, çok yüzlü; yani yüzünü kime çevirirse, o kimsenin kutsal saydığı liderleri temsil ettiğini söyleyerek, herkesi memnun etmeye çalışan; Hak'la, Batıl'ı yer değiştiren, şeytan tohumu “saptırıcı bir lider“dir. “Deccal“in temel özelliklerinden birisi de “Allah'a karşı yalan söyleyerek iftira etmesidir.“ Hatta “Allah'a karşı yalan söyleyenler“in en zalimidir. Allah'ın ayetlerini yalanlayan zalimler de, onu tasdik edeceklerdir ve onun safında yer alacaklardır. Yukarıda birinci gruptaki ayetlerde, “Deccal“in vasıflarından birisi ifade edilerek atıf yapılmıştır.

2) Senin Rabb'in izin verdiği zaman, elbette 'azabın kötüsüne sürükleyecek olan o kimse'yi(Deccal'i), 'Kıyamet'e(Yaklaşan Saat'e) doğru, onlara gönderecektir. Muhakkak senin Rabb'in, cezası seri(süratli) olandır. Şüphesiz O, bağışlayandır, acıyandır.

[ARAF(7)/167]

Dedi ki: “Rabb'im, hak ile hükmet! Bizim Rabb'imiz Rahman, sizin 'vasfettiğinize' (Deccal'e) karşı, Kendisi'nden yardım istenendir.“

[ENBİYA(21)/112]

Zalim kafirler, tarihler boyunca “Allah'ın ve meleklerin gelmesi“ni istemişlerdir. Özellikle de Yahudiler, Peygamberimiz'den bunu istemişlerdir. 2. gruptaki 6/158 ayeti, açıkça bu isteği ifade etmektedir. 7/167 ayeti, “Deccal“e en belirgin şekilde işaret eden bir ayettir. Bu sapkınlığın zalim lideri “Deccal“in çıkışı, elbette “Allah'ın Planı“nın içindedir ve O'nun izniyle olacaktır. Sonsuz Yüce Allah, 7/167 ayetinde ifade ettiği gibi “o adam(Deccal), insanları, azabın kötüsüne sürüklemek için 'Yaklaşan Saat'e doğru ortaya çıkacaktır.“ Allah'ı, melekleriyle bekleyenlere; Deccal; “ben sizin Rabb'inizim, beni bekliyordunuz, işte geldim“ diyecektir. Yanında kendilerini melek diye takdim eden “İblis'in cin-şeytanları“ da elbette yer alacaktır. 21/112 ayeti de, Rab'lerine sığınan müminlerin; Deccal'e ve dostlarına verecekleri cevabı ifade etmektedir: “Rabb'im, hak ile hükmet! Bizim Rabb'imiz Rahman, sizin 'vasfettiğinize' (Deccal'e) karşı, Kendisi'nden yardım istenendir.“

3) Bir 'Fitne'(Deccal fitnesi)den sakının ki; o sadece sizden zalimlere dokunmaz. Biliniz ki Allah, cezası gerçekten şiddetli olandır.

[ENFAL(8)/25]

(Muhammed) dedi ki: “Bilemem, umulur ki 'o' (Deccal), sizin için bir 'Fitne'dir ve bir vakte kadar da sizin için bir 'metalanma'(yararlanma) vardır.“

[ENBİYA(21)/111]

Sahih Hadis kaynaklarının hepsinin “Fiten“(fitneler) bölümleri vardır. İnsanlık tarihinin en büyük fitnesi “Deccal Fitnesi“dir. Nuh'tan bu yana tüm peygamberler kavimlerini “Deccal Fitnesi“ ile uyarmışlardır. Nesilden nesile bu bilincin oluşmasını istemişlerdir. En açık ve şiddetli uyarıları, Peygamberimiz yapmıştır. Sahih kaynaklarda “Deccal“i anlatan, bir kısmı ortak olmak üzere 225 Hadis yer almaktadır. O Deccal, gelmiş, geçmiş en büyük “fitne“dir. O sadece zalimlere dokunmaz, müminler için de ateşten bir imtihandır. Bu sebepledir ki: “Bir 'Fitne'(Deccal fitnesi)den sakının ki; o sadece sizden zalimlere dokunmaz. Biliniz ki Allah, cezası gerçekten şiddetli olandır.“ diyor Yüce Allah.

Sonuç olarak 3 grupta topladığımız ayetler, “Deccal Fitnesi“ne kapalı bir şekilde işaret etmektedir. Sonsuz Akıl Sahibi'nin Kitabı Kur'an'ı, hakkıyla kavramaya çalışır; Peygamberimiz'den gelen “sahih haberler“i layıkı vechiyle incelerseniz; Deccal'in, “Allah'ın Planı“ndaki yerini ve anlamlılığını elbette görürsünüz. “Kütüb-ü Sitte“de yer alan;“Deccal'in çıkışını, vasıflarını, hilelerini, iftira ve yalanlarını, kendisine kimlerin tabi olacağını“ açıklayan hadisler, hadis boyutunda açık ve anlamlıdır. “Kütübü Sitte“de, Deccal'in gelişini ve aldatıcı cambazlıklarını anlatan hadislerin toplamda 225'e ulaşması; meselenin önemini ve gerçekliğini açıkça ortaya koymaktadır.

http://www.yaklasansaat.com/dinler/yaklasansaatte-beklenen-mehdi-degil-isadir.asp

SORU

Kabir azabi nedir? Kabir azabiyla iligi ayetler yada hadisler varmi?

CEVAP

Bu konu oldukça kapsamlı bir konudur. Açık-muhkem bir ayet yoktur, ancak çok sayıda hadis vardır. Bu meseleyi kısaca şöyle özetleyebiliriz:

1) Kabir azabı sürekli değil, kısa sürelidir, Fiili Kıyamet'e kadar devam etmez.

2) Kabir azabı, uykuda-rüyada kabus görmek gibidir. Ölü toprağa verilince sorgu melekleri gelip sorgular(Rabb'in kimdir? Nebi'n kimdir?) Müşrikse eziyet eder ve Cehennem'deki yerini gösterirler.

3) Mü'minse, bazı günahları sebebiyle ve arkasından ağlayıp-isyan edenler sebebiyle üzüntü yaşar.

SORU

İnsanlık tarihi bölümünde Araf/(189-192) Ayetleri referans göstererek Adem (as) ve eşini şirk ile itham ediyorsunuz.

Cennetten kovulmuş Allah'ın varlığını ve birliğini bilen yıllarca tövbe etmiş üstelik bir peygamber olan Âdem (as) şirk isnadı biraz ağır değil mi? Ne Kur'an'ı Kerim'de ne hadislerde Âdem As şirke bulaştığına dair bilgi yok.

Tefsirlere baktım bunu başka bir çifte bu hitabın Kureyş'in atası Kusay'a olduğunu yazıyorlar.

Bu sizin görüşünüz mü yoksa dayandığınız bir kaynak var mı?

Teşekkür ederim.

CEVAP

Bu konuyu teyid eden hadis nakilleri var, aşağıda bir örnek verilmiştir:

Resulullah(sav) şöyle buyurmuştur: “Havva hamile olunca, iblis onun çevresinde dolaştı ve -Havva'nın çocuğu yaşamıyordu- şöyle dedi: ‘Ona,

Abdülharis adını ver!’ Havva da çocuğa Abdülharis adını verdi çocuk yaşadı. Bu ise şeytan'ın vesvesesi ve işindendir.“(Tirmizi 5/3272)

Tora(Tevrat) ise nasıl ortak koşulduğunu bildiriyor ve Kur'an ayetlerini adeta tefsir ediyor:

“Adem eşi Havva'yı bildi. (Havva) hamile kaldı ve Kayin'i doğurdu ve “Tanrı ile birlikte bir insan edindim.“ dedi. Bir doğum daha yaptı; (Kayin'in) kardeşi Evel'i (doğurdu). Evel davar çobanı oldu; Kayin ise toprak işçisiydi.”(Bereşit: 4/1-2)

4/1'de Havva, Kabil(Kayin) doğunca ne diyor: “Tanrı ile birlikte bir insan edindim.“ İşte şirk olan bir ifade... Adem'i ve Havva'yı doğrudan Sonsuz Yüce Allah yarattı. Sanki Allah'ın onlara lütfettiği “bu çocuk“; Adem, Havva ve onların yol göstericileri, yardımcıları olan meleklerin, Tanrı ile birlikte meydana getirdikleri bir “çocuk-insan“. Allah'ın dışındaki sebeplere bir pay ayırmak, Allah'a ortak koşmaktır, “şirk“tir.

[ARAF(7)/189-192] ayetleri açıkça Adem ve Havva’dan bahsediyor. Bazı farklı yorumlar olsa da müfessirler bu gerçeği kabul etmişlerdir. Bu şirk atfının Adem ve Havva’ya olduğu gayet nettir.

Peygamberler robot değildir, onlar da görevlerini yaparken denenirler ve hata edebilirler, şayet “şirk” olacak söz ve beyanları bir anlık ortaya çıksa, Yüce Allah tarafından anında uyarılır ve düzeltilirler; böylece bu en büyük suçu-zulmü işlemelerine müsaade edilmez. Şayet uyarıya rağmen bu azim suçu işlemeye devam ederlerse İblis gibi kaybedenlerden olurlar. Kur’an’da anlatılan ve “dilini sarkmış köpeğe” benzetilen kimse de, bu duruma düşmüş olan Belam’dır. (Araf(7/175-176)

Evet herkesin bilmesi, öğrenmesi ve peşinden koşması gereken mesele “şirk nedir, ne değildir” temel meselesidir vesselam.

SORU

Mehdi konusnda bilgi verir misiniz?

CEVAP

Mehdi konusunda bir soru üzerine Yaklaşan Saat adına verilen cevap aşağıdadır:

Birincisi; Hadislerde ve bütün metinlerde bahsedilen savaş, Arap-Fars savaşıdır. Ancak bu savaş çıktığında Şia’nın Mehdisi ki bu şeytanın hazırladığı Mehdidir, ortaya çıkar; İran’dan, Irak’tan, Suriye’den, Filistin’e kadar etrafında topladıklarıyla katliam yapmaya devam ederse ki bu hadislerde Duhayma fitnesi olarak geçer, Türkiye de bu Duhayma Mehdi fitnesi ateşine girmek zorunda kalır ve hatta Batılı güçlerin de buna müdahale edeceği açıktır. Bu Kıyamet savaşlarının birincisidir.

İkincisi; “Yaklaşan Saat’te Beklenen Mehdi Değil İsa’dır” yazısında da açıkça ortaya konulduğu gibi, yükselmiş olan İsa’nın yeryüzüne gelip Peygamber ümmetine dahil olup liderlik yapacağı, Ayetler ve Hadis bazında muhkem olmasa da çok güçlü delillere sahiptir. İsrailoğullarının ve Hristiyanların kaynaklarında da işaret edilen Mesih, teyiden İsa’dır. Ancak onlar İslam ümmetinin beklediği ve önceden de Peygamber olarak gelmiş olan İsa’yı kabul etmedikleri için, Deccal’e, Mesih diye yapışacaklardır. Tabi bunun sonucunda da İsa’nın İslam ordusu, şeytani Deccal’in küfür ordusunu yok edecektir. Bu üçüncü ve son Kıyamet Savaşı’dır. Bu iki savaşın arasında ikinci Kıymet Savaşı da Melhame-i Kübra’dır. Bu savaş bahusus gerçek İslam milleti ile ABD’nin başını çektiği Batı ordusunun savaşıdır. Bu savaş sonucunda ABD ve ordusu mağlup olacaktır.

Üçüncüsü; Sünni dünyasının Mehdi beklentisine gelince; Allah tarafından bir Peygamber gibi hazırlanıp gönderilecek veya ortaya çıkarılacak şeytanın mehdisindeki gibi olağanüstüleştirilmiş böyle bir Mehdi yoktur ve Sünnetullaha aykırıdır. Çünkü Evrensel Son Peygamber gelmiş, elindeki Sonsuz Yüce’nin Kitabı’nın mücadelesini vermiş, yaşamıyla ve Sözleriyle-Hadisleriyle son evrensel Hak Din’i vaaz etmişken, onu gölgeleyecek özel birisinin beklenmesi Sünnetullaha aykırıdır. Yüce Kur’an, geçmişi, geleceği, insanlığı, yerlerde ve göklerde olanları, tün canlıları ve evreni, öz olarak vazetmiştir. Ve Kur’an, tüm insanlığa Kıyamet’e kadar Peygamberlik

edecektir. Sonsuz Yüce Rabb’imizin muradı, insanlığın bu Kitaba sarılarak Gerçek İslam’a ve Kurtuluşa ermesidir. İşte tam bu noktada Kur’an ışığıyla yürüyen, Kur’an’i anlamda şirksiz İslam’a ulaşmış olan bir topluluğun yahut bu topluluğun Liderinin hidayete ermiş olarak rehberlik ederek, gerçek İslam’a dönüşte katalizör görevi yapması ve bu görevi yaparken de Allah’tan yardım görmesi mümkün ve muhtemeldir.

Dördüncüsü; zaman konusunda hiç kimse gelecekten kesin bir şekilde haber veremez. Ancak Yüce Kur’an’ın açıklama ve işaretleri, Peygamberimiz(sav)in çok yoğun ve detaylı ihbarları ve şuan Dünyamızdaki Yaklaşan Saat felaketleri dikkatle incelendiğinde, zamanın çok yaklaştığı kesin bir şekilde söylenebilir. Şahsi bir tahmin ve yorumla tahminimizi ifade edecek olursak bu alametlerin birkaç yıl gibi yakın zamanda daha belirgin ve olağanüstü hale geleceğini söyleyebiliriz. En doğrusunu Sonsuz İlim Sahibi, Sonsuz Yüce olan Rabb’imiz bilir.

SORU

Sitenizi gördüm gayet kapsamlı bilgiler var, hangi cemaate dahil olduğunuzu veya düşünce olarak yakın olduğunuzu merak ediyorum. Açıkçası bilgilendirirseniz sevinirim.

CEVAP

Sorunuz ve merakınız bizce doğru değil. Sitemizi baştan sona kadar inceleyip okursanız ve malum bütün cemaatleri de biliyorsanız kiminle ilişkisi olup olmadığını anlarsınız. Cemaat aramak yerine Peygamber(sav)in getirdiği ve Kur’an’da muhkem bir şekilde yer almış olan gerçek İslam’ın ne olduğu esasına odaklanmanız ve bu esası sorgulamanız gerekir. Böyle sorularla ve alınan cevaplarla bir yere varılamaz. Cemaatten önce İslam’ı bizzat kaynağından; Kur’an’dan öğrenmeniz, almanız gerekir ki o temel ölçüyle yolunuzu bulasınız ve bizi de, başka cemaatleri de, başka, adı İslam ve gerçekte İslam olmayan oluşumları da ölçüp tartabilesiniz. İlle de bizi bir cemaatle bağlantılamak istiyorsanız Peygamber(sav)in ve yakın Sahabesinin yolundan giden ve CUMA(62)/ 3. ayette işaret edilen arkadan gelenlerden ve Peygamber diliyle Ashab’ul-Yemin’den olmayı dileriz.

O(Allah)dır ki ümmülere kendilerinden bir Resul gönderdi; onlara ayetlerimizi açıklıyor ve onları tezkiye ediyor, Kitap ve Hikmeti öğretiyor.

Muhakkak onlar önceden apaçık bir dalalet(sapıklık) içindeydiler.

Ve onlara daha katılmamış olan arkadan gelenlere de ve O(Allah) Aziz ve Hakim’dir.

[CUMA(62)/2-3]

SORU

Böylece bir önceki elçinin getirdiği "İslam Dini" zamanla bozulmuş, "şirk dini"ne dönüşmüş; "din adamları" çatısı altında toplayabileceğimiz; kahinler, hakimler, rabbaniler, ruhbanlar, rahipler, alimler, mollalar ve şeyhlerden oluşan "aracı din sınıfı" ortaya çıkmıştır.

Aracı din sınıfı derken, mezhepler neden var o zaman ?

CEVAP

1. Bu ifade İslam'ın araya giren din adamları tarafından nasıl bozulduğunu, tahrif edildiğini, şirke dönüştürüldüğünü anlatıyor. Oysa İslam Kur'an'da herkesin anlayacağı açıklıktadır ve hiç bir aracı olmaksızın herkes bunu direk olarak Kur'an'dan almalıdır. Bununla ilgili “KUR'AN'IN “MERKEZİ KAVRAMLARI“ NASIL BUHARLAŞTI?“ yazısından ufak bir alıntı:

“Sonsuz Yüce Rabb'imiz, Kur'an'da, “İslam'ın tanımını, dinin özü“nü; fıkhi, genel ve kapalı ayetlerin aksine apaçık-anlaşılır, tekrarlı ve muhkem olarak bize anlatmıştır. Özetle “İslam'ın tanımı“, muhkem, şiddetli, apaçık yani “efradını cami, agyarını mani“ bir şekilde ortaya konmuştur ki; her selim akıl-kalp sahibi bu temel tanımı doğrudan anlasın ve doğru kavrasın. Yüce Allah'ın “temel hukuku“nu vaaz eden bu tanım, “İslam uzayı“nın “baz“ı yahut “dişli anahtar“ıdır. Muhammed(s.a.v.) ümmeti olan her şahıs, bu anahtarla, kimseye ve bir fıkha yahut aracıya muhtaç olmadan bu “Uzay“a(İslam'a) girmek ve hesabını vermekle mükelleftir!“

Bu yazının tamamını şu linkten okumanızı tavsiye ederim:

https://www.yaklasansaat.com/dinler/kuranin_merkezi_kavramlari.asp

2. Dört mezhep imamı İslam nedir, şirk nedir gibi Kuran'da muhkem ve apaçık anlatılan temel konularda elbette farklı görüşlere sahip değildirler ve olamazlar. Onların ayrıştığı konular fıkhi ayetler